0

Mayalı Kek

Posted by ismetadmin on 27 Şubat 2017 in Kekler ve Cheesecakeler |

 

Uzunca bir zamandır denemek istediğim ama nedense bir türlü elimin gitmediği bir tarifti mayalı kek. Daha pişerken evi saran mis gibi tarçın kokusuyla ise kendine hayran bıraktı beni.  Çörek ile kek arası bir lezzet. Eğer klasik keklerden sıkıldıysanız, farklı bir şeyler denemek istiyorsanız kesinlikle harika bir tarif. Ama tarife geçmeden önce sizlerle çok sevdiğim bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Paulo Coelho’nun Mata Hari’yi anlattığı Casus adlı son kitabından bir minicik parça. Çok derin anlamlar içeren, okudukça beni duygulandıran bir küçük kıssadan hisse zira benim kelimelerim kalemimden mürekkep olarak akmak yerine , gözümden yaş olarak damlamayı tercih ediyor bu ara.

Bir delikanlı sevdiği kızı dansa davet etmek istemiş ama kız ancak kırmızı bir gül getirirse kabul edeceğini söylemiş. Ne tuhaftır ki delikanlının yaşadığı yerde, güller ya sarı ya da beyazmış.

İkisi arasındaki konuşmayı bülbül duymuş. Delikanlının üzüldüğünü görünce zavallıya yardım etmeye karar vermiş. Önce, güzel bir şarkı söylemeyi düşünmüş ama bunun delikanlıyı daha fazla üzeceğine karar vermiş; yalnızlığı yetmezmiş gibi şarkı yüzünden kasvete de kapılabilirmiş.

O sırada oradan geçen bir kelebek ne olduğunu sormuş. “Delikanlı aşk acısı çekiyor. Kırmızı bir gül bulması lazım” “Aşk yüzünden acı çekmek ne saçma ,” demiş kelebek. Ama bülbül delikanlıya yardım etmeye kararlıymış. Koca bir bahçenin ortasında bir gül ağacı varmış ve beyaz güllerle doluymuş. “Bana kırmızı bir gül verin, lütfen”

Ama gül ağacı bunun imkansız olduğunu , eskiden kırmızı olan gülleri beyaza dönüşmüş başka bir gül ağacı aramasını söylemiş.

Böylece bülbül söylenin yapıp aramaya koyulmuş. Uzaklara uçmuş ve aradığı yaşlı gül ağacını bulmuş. “Kırmızı bir çiçek lazım bana,”  demiş.

“Ben artık çok yaşlandım” diyerek karşılık vermiş gül ağacı. “Kışlar damarlarımı dondurdu, güneş yapraklarımı soldurdu.”

“Bir tanecik gül,” diye yalvarmış bülbül. “Elbet vardır bir yolu!.”

“Yolu olmasına var. Ama öyle fena ki söylemeye bile korkarım.”

“Benim korkum yok. Kırmızı bir gülü nereden bulabilirim, söyleyin bana. Bir tanecik kırmızı gül.”

“Gece buraya dönüp bülbüllerin bildiği en güzel ezgiyi şakımalısın bana, ardından da göğsünün dikenlerimden birine bastırmalısın. Böylece kanın öz suyuma karışacak ve gülü kırmızıya boyayacak.”

Gece olunca bülbül söyleneni yapmış.  Yaşamını aşk uğruna feda etmeye hazırmış. Ay doğar doğmaz bülbül göğsünü gül ağacının dikenine bastırıp şakımaya başlamış. Birbirlerine aşık olan bir erkekler bir kadının şarkısıyla başlamış. Ardından aşkın her türlü fedakârlığa değdiğini anlatan bir şarkı söylemiş. Ay gökyüzünü boydan boya geçerken, bülbül şakımayı sürdürmekte ve gül ağacının en güzel gülü bülbülün kanıyla kırmızıya dönüşmekteymiş.

“Daha hızlı şarkı.” Demiş gül ağacı. “Birazdan güneş doğacak.”

Bülbül göğsünü daha da bastırınca diken doğrudan kalbine batmış. Yine de şakımayı kesmemiş, gül kıpkırmızı oluncaya kadar şakımış.

Yorgunluktan bitkin, ölmek üzere olduğunu bilse de gelmiş geçmiş en güzel gülü dalından koparıp delikanlıya götürmüş. Penceresine konup çiçeği bırakmış ve oracıkta ölmüş.

Delikanlı tıkırtıyı duymuş ve pencereyi açınca en çok hayalini kurduğu şeyi karşısında görmüş. Güneş doğmaktaymış; gülü alıp koşa koşa sevdiği kızın evinin yolunu tutmuş.

“İşte benden istediğin getirdim.” Demiş, kan ter içinde ama sevinçliymiş.

“İstediğim böyle bir gül değildi ki ,” emiş kız. “Bu gül aşırı büyük, elbisemle de uyuşmayacak. Zaten bu akşamki dansa başka birinin davetini kabul ettim bile.”

Delikanlı hayal kırıklığı içinde kızın yolundan ayrılmış, gülü yolun kenarına atmış ve atar atmaz üstünden bir at arabasının tekerlekleri geçmiş. Sonunda delikanlı kitaplarına dönmüş, kendinden asla veremeyeceği şeyler talep etmeyen kitaplarına.

İşte benim hayatım buydu; ben bülbülüm, her şeyini ortaya koyan ve bunun için ölmeye çekinmeyen.

Saygılarımla,

Mata Hari

Öyleyse; Romeo ölmeli , Titanik batmalı; ama aşk her şeye rağmen yaşanmalı. Ve siz bu tarifi mutlaka denemelisiniz.

Malzemeler ;

  • 3 su bardağı un
  • 1 kahve fincanı toz şeker
  • 1 yumurta
  • 1 su bardağı ılık su
  • 1 yemek kaşığı kuru maya
  • 1/4 su bardağı sıvı yağ
  • 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 3 yemek kaşığı süt tozu
  • 1 çay bardağı kuru üzüm

Üzeri için

  • Tarçın ve toz şeker

Yapılışı ;

  • Geniş bir kapta yumurta ve şekeri el çırpıcısı ile çırpın. Üzerine sıvı yağ , un , maya ,kabartma tozu, süt tozu ve ılık suyu ilave edip yoğurun.
  • Hamuru 15 dk. mayalanmaya bırakın.
  • Mayalanmış hamurunuzdan ceviz büyüklüğünde hamurlar koparıp içine kuru üzüm koyup yuvarlayın ve şeker – tarçın karışımına bulayın. Güzelce yağlayıp unladığınız ortası delik kelepçeli kalıbınıza yerleştirin ve 30 dk daha mayalandırın.
  • 180 derece önceden ısıtılmış fırında iyiye pembeleşene kadar 30 -40 dk. pişirin. 30 dakikadan sonra kürdan testi ile kekinizin pişip pişmediğini kontrol edebilirsiniz.
  • Ben kekimi fırına atarken üzerine biraz da damla çikolata serpiştirdim. Fena da olmadı yani. Bir küçük tavsiye, fırından çıktıktan sonra dilerseniz bu kekin üzerine bir miktar koyu kıvamlı marmelat dökerek zenginleştirebilirsiniz.

 

0

Sakız Adası Güney Ada Köyleri

Posted by lezzetperisi on 26 Ocak 2017 in Neredeydim.. |

 

 

Sakız Adasında gezilecek yerler? Sakız adasından ne alınır ? Sakız Adasında ne yenir ? gibi sorularınızın cevabını ilk yazımda sizlere anlatmıştım. Bu kez Ada’nın güneyini yani sakız ağaçlarının bulunduğu köyleri gezeceğiz beraber. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Osmanlı İmparatorluğu 346 yıl hüküm sürmüş bu topraklarda. Hem de hiç savaşmaksızın almış bu adayı Piyale Paşa. Yıl 1566 , Devir Kanuni Devri.. Henüz Zigetvar hazırlıkları için de Kanuni. Fatih Sultan Mehmet döneminden beri Osmanlı devletine vergi veren Cenevizlilerin 3 yıldır hiç vergi ödememesi hem de Malta şovalyelerine yardım etmesi sebebiyle Piyale Paşa’yı adaya gönderir sefer öncesi. Ada halkı öyle bıkmış ve perişandır ki yönetimden Osmanlı’nın gelişini coşkuyla karşılar. Sakız, öyle kıymetli bir ticaret kaynağıdır ki Osmanlı hiç karışmaz bu güzel adanın insanlarına. Dinlerini ve dillerini istedikleri gibi kullanmalarına izin verir. 

Adanın güneyi , 24 köyüyle “Mastichohoria” 9. yüzyıldan bu yana dünyanın sakız ihtiyacını karşılamaktadır.  Ülkemizde de Çeşme ve Karaburun yarım adasının bir bölümü sakız üretimine elverişli olmasına rağmen ne yazık ki sakız yetiştiriciliği meşakkatli olduğu ve bizler tarafından pek de bilinmediği için sakız yetiştiriciliği yapılmamaktadır. Oysa kilogramı 120 – 150 EURO arasında değişen onların tabiri ile mastika bizim dilimizde sakız çok  değerlidir. Bu sebeple çağlar boyunca korsan saldırılarına maruz kalan köylüler, köylerini denizden 2 – 3 km içeriye ve kale köy şeklinde oluşturmuşlardır. Kendinizi birden bire ortaçağda bulacağınız bu köylerin labirent şeklindeki sokaklarında gezmekten huzur duyacaksınız.

İlk durağımız adanın 20 km güneybatısındaki Armolia köyü. Seramik işçiliği ve sakız ağaçları ile ünlü bu köy neredeyse tamamen yeniden inşaa edilmiş. Cenovalılar Mastichohoria ‘yı buradan yönetmişler. 

Ve gelelim Pirgi (Pyrgi) ‘ye. Dar sokakları , sayısız kiliseleri, köye özel grili beyazlı işlemeli duvarları ile adanın en güzel ve zarif köylerinden biri. Ayrıca da en büyük köyü.

Siz hiç bu kadar zarif bir balkon gördünüz mü ? Ben hayranlıkla seyrettim. Balkonu böyle zarif ise sahibi kim bilir nasıldır ? “Sirke küpünden bal sızmaz yavrucuğum” der hep  babacığım. Ve tabi elbette bal küpünden de sirke.. İnsanın içi nasılsa dışına da yansır, yansıtır güzelliğini , zarafetini. 

 

Pirgi’yi farklı kılan en büyük özelliklerinden biri Xysta adı verilen işleme. Bu siyah ve beyaz geometrik şekillerin sıva üzerine işlendiği bir el oymacılığı tekniği. 

Bir özelliği daha var bu köyün. Kristof Kolomb Amerikayı keşfetmeden önce kendine mürettebat aramak amacıyla  en iyi denizcilerin yetiştiği bu adaya gelmiş ve Pirgi köyünde kalmış. Kaldığı evin  kapısının altında fotoğraf çektirenler ise en kısa zamanda bir Amerika seyahatine gidiyormuş İnanmak gerek. Hayatın sunduğu tüm işaretlere inanmak gerek. Umutlardan başka ne var ki elimizde. Elbette fotoğraf çektirdim. 

Her sokağında tarih yatan bu köyde gezerken Bizanslılar tarafından yaptırılan 13. yüzyıldan beri ayakta duran St.Apostles kilisesine hayran olacaksınız.

Sonraki durağımız ise başka bir kale köy olan Mesta. 14. yüzyıldan beri yaşam olan ve şu anda ise 300 kişinin yaşadığı bu köy mükemmel bir şekilde korunmuş ve günümüze gelmiş. Köy halkı yaşlılardan oluşuyor. Bu köyde 40 yaşına gelmiş iseniz henüz çocuksunuz. 60′ larınızda yetişkin ancak 90 yaşında yaşlısınız. O kadar sağlıklılar. Ama tabi yine korsanlardan korkarak yaşamışlar çağlar boyu. Bu sebeple de köyün bir girişi ve bir çıkışı var. Tehlike anında da bu kapılar kapatılıyor.  Tüm evler birbirine bitişik ve damlarından diğer evin damına geçiş var. Ve tüm bu yol köy meydanındaki gözetleme kulesine çıkıyor. Yollar ise labirent gibi. Olur da içeri girebilen bir korsan olursa yolunu kaybetsin diye. Öyle dar ki sokaklar sanırım o dönemlerde sır diye bir şey yokmuş. Tabi öyle kardeşçe yaşamışlar ve böyle yaşamaya da devam ediyorlar ki bir çok evin üzerinde anahtarı var. Komşular kapıyı açıp girebiliyor.

 

1794 yılında, yani ada Osmanlı Himayesi altındayken yaptırılan  Taksiyarhis kilisesi ise adanın en önemli kiliselerinden biri.Yazımın başında söylediğim gibi Sakız öyle çok gelir getiriyormuş ki Osmanlı adanın dinine hiç karışmamış. Osmanlı’ya aitken bile kilise inşaa edebilmişler. Kilisenin adanın en önemli kiliselerinden biri olmasının sebebi ise içinde bulundurduğu Cebarail ve Mikail ikonaları. Ortodoks mezhebinde ikonalar yani resim ve tasvirler çok önemli. Klisedeki  Cebrail ve Mikail ikonaları ise Avrupa’dan getirilen 60 kg gümüş ile yapılmış ve ada halkı için çok değerli.

Öğle yemeği içinse molanızı Mesta Limanındaki balıkçılarda verebilirsiniz. Barbuni (Barbun Balığı), cacıki (cacık) , feta peynirli salata, kalamari (kalamar) ve mastelo peyniri benim favorilerim. Yanına da uzonuzu söylediniz mi, masaya da söyle bir tıklattınız mı inanın bütün yorgunluğunuz geçecek.  

 

Etiketler:,

0

Islak Kek

Posted by lezzetperisi on 02 Kasım 2016 in Kekler ve Cheesecakeler |

Self Balancing Scooter
Self Balancing Scooter Sale

image1

Beni iyi tanıyanlar bilir oldum olası sevmem vazoda çiçekleri, bir parça çikolata kafidir, tadı kalır damağında. Çiçekler solar oysa.. sevmem solup gidenleri. Tek ben değilmişim böyle düşünen, tek ben değilmişim bunu savunan; acılardan süzülüp gelen o eski kadınlardanmışım meğer. Çok sevindim bu satırları okuyunca.

“Çiçekler hiç bir şeyin kalıcı olmadığını öğretir bize; ne güzellikleri kalıcıdır ne de solgunlukları; çünkü sonradan yeni tohumlar verirler. Mutluyken de üzgünken de hatırla bunu. Her şey geçip gider, yaşlanır, ölür ve yeniden doğar.”

“İşte bu yüzden, kaderin ne olursa olsun onu mutlulukla yaşa”

Charles Dickens “İki Şehrin Hikayesi” nden sonra bir çırpıda okunan bir kitap Paulo Coelho’nun son kitabı Casus. Bir çırpıda okunan ama bitmesin, kapatsam sonra mı devam etsen dedirten ama elinizden bırakamayacağınız, hafızanıza kazınacak bir kitap. Peki ya kek ? Islak kekin kraliçesi , şahı.. çikolata tadında, çikolata şelalesi kıvamında bir lezzet. Sevgili Figen’in ıslak keki.  Kitabı da keki de şiddetle tavsiye ediyorum.

 

Kek için malzemeler ;

  • 4 yumurta
  • 2 çay bardağı toz şeker
  • 2 çay bardağı süt
  • 2 çay bardağı sıvı yağ
  • 2 paket kabartma tozu
  • 3 çay bardağı elenmiş un
  • 1 paket bitter çikolatalı çikolata sosu
  • 2 çorba kaşığı kakao
  • 1 paket vanilya

Yapılışı ;

  • Yumurta ve şekeri krema haline gelene kadar çırpın. Süt ve sıvı yağı ilave edip çırpmaya devam edin. Un, kabartma tozu, kakao ve toz halindeki çikolata sosunu da ilave edip karıştırın. Karışımı kek kalıbına alıp 180 derece önceden ısıtılmış fırında pişirin.

Çikolata Sosu ;

  • 2 su bardağı süt
  • 2 çorba kaşığı nutella
  • 1 çorba kaşığı kakao
  • 1 çay bardağı toz şeker

Yapılışı ;

  • Tüm malzemeyi iyice karıştırıp ocağa alın, karıştıra karıştıra kaynama noktasına gelene kadar pişirin. Kaynatmadan ocaktan alıp karıştıra karıştıra soğutun. Fırından çıkan keki 3 – 4 dakika ilk sıcaklığı geçince dilimleyin ve sosu yavaş yavaş her tarafına gelecek şekilde yayın ve sıcak fırında biraz bekletin. Böylece kek sosu güzelce çekecek sos ve kek özleşecek. Kek iyice soğuyunca servise hazırdır.

0

Edinburgh’da Muhteşem Bir Gün

Posted by lezzetperisi on 06 Ekim 2016 in Neredeydim.. |

img_4044a

Self Balancing Scooter
Self Balancing Scooter Sale

Hani bir hayaliniz vardır, hayal etmeye bile korktuğunuz. Hayal ederken bile yok canımm deyip içinize attığınız. İşte Edinburgh benim için öyle olan düşlerden biriydi.Dünyanın bir çok yerinde olabileceğimi düşünürdüm ama İskoçya imkansız gelirdi. Ta ki Royal Mile’ı tırmanıp kalenin taş duvarlarına dokunup o kokuyu hissedene kadar. O an anladım, anladım.. Hayal edebildiğiniz her şey gerçekti. Hatta hayal etmeye korktuklarınız bile. İçinizde bir yerde öyle çok istediniz ki hayatın enerjisi onu gerçekleştirmek için yola koyuldu. Siz kendinize bile inanmazken hayat size inandı. Sakın vazgeçmeyin düşlerinizin kapısında beklemekten, sakın!

“Her zaman yapılan yanlış nedir bilir misin? Yaşamın değişmez olduğunu sanmak, trenin ray değiştirmeden, sonsuza kadar gideceğini düşünmektir. Oysa, kaderin hayal gücü bizimkinden daha renklidir…” demiş “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” kitabının yazarı Susanna Tamaro. Ergenlik yıllarımın kitabıdır. Öyleyse kitaplar, yolculuklar ve yüreğinizi sımsıcak tutanlar hiç eksik olmasın hayatınızdan. Haydi benim için masal diyarı olan Edinburg’u gezelim beraber.

img_4047a

Hem Old Town hem de New Town bölümlerinin Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan Edinburg, İskoçya’nın başkenti ve Glasgow’dan sonra ikinci büyük şehridir. Eğer vaktiniz varsa doya doya gezmek için en az 3 gün ayırmalısınız. THY’nin Edinburgh’a direk uçuşları mevcut  ama İngiltere’ye geldim Edinburg’u görmeden dönmeyeyim derseniz ki öyle de yapın 1 gün de neler yapabilirsiniz hepsini size anlatacağım. Öncelikle biz, tabiri caiz ise İngiltere’nin Kamil Koç’u Mega Bus ile gece yolculuğu yaparak geldik. Asla unutulmayacak harika bir yolculuktu hele de Kuzey’e doğru , gecenin o serin serin saatlerinde.. Sevgili Çiğdem ve Büşra’nın kulakları bir çınladı sanırım..  Eğer Mega Bus ile seyahat edecekseniz mutlaka Mega Bus Gold olan otobüsleri tercih edin. Biz Mega Bus ile önce Oxford’a gidip aman da aman Wİ-Fİ bağlantılı ne güzel ve uygun fiyatlı yolculuk biz bununla Edinburg’a bile gideriz diye yola çıktığımız için otobüste biraz hayal kırıklığı yaşadık.

Yukarıda gördüğünüz resimdeki Scott Monument Edinburg’da sizi karşılayan ilk muhteşem yapılardan. Ünlü yazar ve şair Walter Scott adına yapılmış.

img_4070a

Şehrin Old Town kısmı, Edinburgh Kalesinden, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin Edinburg’a geldiği zaman ikamet ettiği Holyrood Sarayı’na kadar giden Royal Mile yolundan oluşuyor. Yüzyıllardır tarihi dokusu hiç bozulmadan günümüze kadar gelen Edinburg’u gezerken kendinizi birden bire ortaçağda buluveriyorsunuz. Sanki her an arkanızdan dörtnala koşan atlılar geliverecekmiş gibi.. Sanki William Wallace “Freedom” diye bağırıverecekmiş gibi..

Edinburg Kalesi

Edinburg Kalesi

Kayalıkların üzerine kurulmuş ve şehrin hemen hemen her yerinden görülen kaleden sonra başlıyorsunuz Royal Mile’dan aşağı doğru yürümeye. Kalenin aşağısında hemen sağ tarafında karşınıza ilk Whisky Experience çıkıyor. Bir viski sever ve iyi bir viski içer olarak benim için cennet gibi bir yerdi diyebilirim. Dilerseniz viskilerinden tadabileceğiniz turlar var. Ama bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için sadece gezmekle yetindik. Yine bir gezilesi yer de hemen karşısındaki Camera Obscura.

img_4060a

Yola devam ettikçe karşınıza St.Giles Katedrali , Childhood Museum , National Museum çıkıyor. St. Giles katedrali muhteşem ve heybetli görüntüsüyle mutlaka gezilmeye değer.

St.Giles Katedrali

St.Giles Katedrali

Çocukluk müzesinde ise geçen yüzyılda çocukların giysileri ve oyuncaklarına tanık olacaksınız. Ve gözlerinize inanamayacaksınız. Disney artık size de çekici gelmeyecek. Hele Kraliçe’nin oyuncak evine bayılacaksınız. Öyle ince detaylar var ki! Evin içindeki her bir fincan dahi tek tek işlenmiş.

Childhood Museum Edinburg

Childhood Museum

Childhood Museum

Childhood Museum

National Museum’da ise Edinburg’un tarihi karşılayacak sizi. Ve yol üzerindeki sizi tarihin en derin zamanlarına götüren muhteşem yapılar.

National Museum Edinburg

Ben bu aşağıda gördüğünüz binaya hayranlığımı anlatacak kelimeler bulamıyorum. Neredeyse her açıdan fotoğrafını çekmişim. Tüm gezinin en çok fotoğrafını çektiğim binası. Tarihe bu kadar mı hayran olur bir insan. Bu kadar mı çeker yaşanmışlıklar. Yaşadım mı bu yerde, hatıralarım mı var? Bilemiyorum. Bildiğim tek şey bu yapının beni derinden etkilediği.

Edinburg

Royal Mile

Ve artık yolun sonunda sizi karşılayan Holyrood Sarayı..

Holyrood Palace

Toplam 16 saat ve 21 km yol yürüdük Edinburg’da. Kimse yoruldum demedi. Her anı her dakikası her adımı muhteşem olan, buram buram ortaçağ, buram buram tarih olan bu şehir mutlaka görülmeli. Calton Hill var, National Monument var, Princess Street var, Arthur’s Seat var. St. Andrew’s Square var..

 

Edinburg

Edinburg

Peki ne alınır Edinburg’dan derseniz. Her yer miss gibi İskoç viskilerinin , İskoç kurabiyelerinin ve en önemlisi kaşmir ve koyun yünü şalların, atkıların, harika çantaların , şapkaların satıldığı hediyelik eşyacılarla dolu. Kurabiyeleri zaten Londra’da da bol bol yediğimiz için alma gereği duymadım.  Benim tercihim öncelikle kaşmir ve koyun yünü karışımı atkılar oldu. Bu kış boğaz ağrısı çekmeyeceğimi umuyorum. Bir de kaleden aldığım şekerlemeler. Onlardan mutlaka ve mutlaka alın. Bembeyaz kutuların üzerinde Edinburg haritası var, nefis.  Viski almadım. Özellikle Whisky Experience’da hemen hemen çoğu 1000 Sterlinden başlıyordu.Hiç şaşırmayın aynen de öyle. Ucuz olan bilmediğim bir markayı da almak istemedim açıkçası. Tercihim olan Jack ve Chivas’ın ise fiyatı Londra’da daha uygundu.

0

Çilekli Kek

Posted by lezzetperisi on 29 Eylül 2016 in Kekler ve Cheesecakeler |

Self Balancing Scooter
Self Balancing Scooter Sale

Çilekli kek

İtiraf ediyorum yaz başında yapmaya başladım bu nefis keki. Yazın kokusu çilekler ile gelmeye başladığında..

Sonbahar çocuğu olmama rağmen yaz hiç gitmez benim yüreğimden. Çilekse hep yazın, hep güzel günlerin müjdecisidir. Muziptir çilek, haylazdır, çocuksudur, alımlı olduğu kadar. Rengi de , kokusu da, tadı da başınızı döndürür bu yüzden. Hatta biraz alerjiktir sağlam bir bünye ister.

Ve yine itiraf ediyorum kendim için sakladım bu tarifi. En sevdiğim mevsimdir yaz, en sevdiğim meyvedir çilek.. Kendim için sakladım bu tarifi çünkü bugün benim doğum günüm. Kendime küçük bir hediye.. Koca bir yaşı daha devirdim bile yine acısıyla, tatlısıyla..  Dolu dolu geçen bir yıl.  4 Ülke, 2 Ada, bir sürü yeni şehir sığdı 1 yıla.. İskoçya’da Edinburg Kalesine geldiğimde içimdeki ses “Everything is real that you can imagine” dedi. Hayal edebildiğiniz her şey gerçektir! Gittiğim her ülkede, her şehirde her kayan yıldızda, her mabette dilek diledim. Birini olmazsa öbürünü kabul eder diye. Ve.. ben en çok vazgeçmemeyi öğrendim, öğrendiklerimin tüm ötesinde. Umut etmeyi ve umutlarımın kapısından ayrılmamam gerektiğini. Dokunduğu her şeyi eskiten zaman bir tek umutlarına dokunamıyordu insanoğlunun, bir de yüreğine ki içinde taşıdığı koca bir evren vardı. Yaşamak her ne kadar acı bir tecrübe olsa da yine de vazgeçilmezdi sevmeyi bilenler için ve sevgiyi ancak cesur yürekliler taşıyabilirdi ki dilinden değil gönlünden gelirdi sözler ki gözünden değil gönlünden akardı yaşlar. Tanrı elbet sayardı o gözyaşlarını, en kıymetli incileriydi sicim gibi süzülürken gözlerinden.. O yaşlar kapalı kapıların, umutların anahtarlarıylı. Ve sevmek var olan en güçlü silahtı savaşmak için hayatın zor yanlarıyla.. Kendime söz veriyorum hayatın getirdiği hiçbir zorluk beni umutlarımın kapısından ayıramayacak. Çok dileğim, çok isteğim var kendim için daha..

img_3293a

Gelelim Kitcheninred’in sayfasında görüp deneyip vazgeçilmez keklerimizden biri olan çilekli yaz kekinin tarifine.

Malzemeler ;

  • 200 gr. toz şeker
  • 200 gr. un
  • 300 gr çilek
  • oda sıcaklığında 3 yumurta
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya
  • Dilerseniz 2 yemek kaşığı çırpılmış krema (Biz dışı kıtır kıtır sevdiğimiz için hiç gerek duymadım)

Yapılışı ;

  • Çilekleri yıkayıp,kurutup 2’ye bölün.
  • Yumurtaları ve şekeri krema haline gelene kadar 2- 3 dk çırpın. Un , vanilya ve kabartma tozunu da ilave edip un kaybolana kadar düşük devirde çırpmaya devam edin.
  • 28 cm’lik kalıbınızı güzelce yağlayıp hamur karışımını dökün. Çilekleri üzerine hafifçe bastırarak dilediğiniz şekilde sıralayıp  önceden 170 derece ısıtılmış fırında pembeleşene kadar 35 – 40 dakika  fırınlayın. Bu arada bir küçük not ben kalıbı yağlamaktansa kelepçeli kalıp kullanıp alt kısmına yağlı kağıt yerleştirip kelepçe ile sabitliyorum. Sadece kalıbın kenarlarını yağlıyorum. Böylece kekim pişince kelepçeli kalıptan kolayca hiç parçalanmadan yağlı kağıdı ile çıkıyor. Servis yapmak da çok kolay oluyor.
  • Eğer siz de benim gibi dışı kıtır içi yumuşak kekleri seviyorsanız  denemeyin. Ama yumuşacık olsun kekim derseniz kekiniz henüz sıcakken çırpılmış kremayı silikon bir fırça yardımı ile kekinizin üzerine sürebilirsiniz.

çilekli yaz keki tarifi

0

Londra Müzeler Rehberi

Posted by lezzetperisi on 28 Eylül 2016 in Neredeydim.. |

Self Balancing Scooter
Self Balancing Scooter Sale

Londra gezimize müzeler ile devam ediyoruz.  Londra pahalı bir şehir olmasına karşın Mademe Tussaud’s dışındaki aşağıda listeleyeceğim tüm müzelere giriş ücretsiz. Eğer isterseniz bağış yapabileceğiz kumbaralar var. Ben, kendime göre yaptığım önem sırasını yazacağım tabi ki de seçim sizin. Eğer vaktiniz varsa ben hepsini gezmenizi, insanlığın nerelerden nerelere geldiğine tanıklık etmenizi tavsiye ederim.

1. Britanya Müzesi (British Museum) ; Müzeye Central Metro istasyonunun Tottenham Court Road veya Holborn istasyonlarından ulaşabilirsiniz. Diğer tüm müzeler gibi ziyaret saatleri 10:00 ile 17:30 arasında. Sadece cuma akşamları biraz daha geç kapanıyor. Dünyanın pek çok yerinden ve medeniyetinden toplanmış her biri harikulade milyonlarca eser var.Toplanmış kısmına  takılmayacaksınız. Her birini titizlikle bir araya getirmişler ve koruyorlar. Bu açıdan baktığınız zaman kesinlikle övgüyü hak ediyor. Ben 2 günde gezebildim. En sevdiğim bölümler ise Mısır, Antik Yunan, Antik Roma ve Saatler oldu.

Tabi aşağıdaki eseri de paylaşmadan edemeyeceğim. Görünce epey gülümsemiştim. Lisedeyken saçlarımı kalem ile topladığım zaman bana hayret ederlerdi. Buyrunuz efendim insanlık tarihinin en başından beri kadınlar bu yöntemi kullanıyormuş. Reankarnasyona inanasım gelmiyor değil.

Ve bu harika parça da Pers İmparatorluğu döneminde (Milattan önce 5 ve 6. yüzyıllar arasında) kullanılmış gümüş şaraplık. Erzincan, Altıntepe yakınlarından getirilmiş.

2. Doğal Tarihi Müzesi (Natural History Museum) ; Müze Bilim Müzesi ve Victoria Ve Albert Müzesi ile aynı bölgede. Vaktiniz kısıtlı ise Bilim Müzesi ve Doğal Tarihi Müzesini aynı günde gezebilirsiniz ancak Victoria ve Albert için apayrı bir gün ayırmanızı tavsiye ederim.

Doğal Tarihi Müzesi kırmızı, yeşil, mavi ve turuncu olmak üzere 4 ayrı zondan oluşuyor. Kırmızı zonda dünyanın merkezine yolculuk ediyorsunuz. Giriş muhteşem. Yukarıda sizi bir deprem similatörü karşılıyor. Platforma çıktığınızda depremi iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ve sonra buyrun insanlık tarihini ve dünyanın oluşumunu incelemeye.

Yeşil zonda dünyanın evrimine tanık olacaksınız. Bu bölümde Britanya’da bulunmuş fosiller, kuşlar ve farklı yaşam formları var. Turuncu zon ise Darvin’e ayrılmış. Ama bir mavi zon var ki benim en sevdiğim bölüm. Dinazorlar, memeli hayvanlar, deniz canlıları ve insan biyolojisine dair her şeyi bu bölümde bulabilirsiniz.

Bilim Müzesi (Science Museum) ; Sanayi devriminden bu yana bilim ve teknoljinin gelişimini izleyeceğiniz bu müze de kesinlikle gezilmesi gereken müzelerden biri. Özellikle çocuğunuzla seyahat ediyorsanız bu müzeden kesinlikle çok hoşlanacaktır.  Uçaklar , arabalar ve buharlı makineler her ne kadar albenili olsa da elbette benim ilgi alanım uzay, tıp ve biyoteknoloji.

Mesela aşağıda resmini göreceğiniz 1955 yılında Fransa’dan ithal edilmiş ilk jenerasyon diyaliz makinası. Yanındaki ise domuza ait insülin hormonu zinciri ki bu buluş insan insülini üretimine yardımcı oldu. Alttaki resim ise 1971 yılına ait yani benden 6 yaş büyük bir “Brain Scanner” beyin MR’ı.

Victoria ve Albert Müzesi (Victoria and Albert Museum) ; Dünyanın en büyük dekoratif sanat ve tasarım müzesine hoşgeldiniz. Tablolar, resimler, mücevherler , heykeller 16. ve 18. yy arası Avrupa, Orta doğu ve daha birçok kolleksiyonu içinde bulunduran,  ismi Prens Albert ve Kraliçe Victoria’dan gelen bu müze için kesinlikle dolu dolu bir gün ayırmalısınız.

Londra Müzesi (London Museum) ; Eski taş çağından başlayarak günümüze kadar Londra’nın tarihi ve gelişimi ile ilgili bilgiler veren müzedir. Aynı zamanda St.Paul Katedral’ine de çok yakın. Aynı gün içerisinde hem katedrali hem müzeyi hem de Barbician ‘ı gezebilirsiniz. Müzeye Central hattının St.Paul istasyonunda inerek kolayca ulaşabilirsiniz. Ve yine geldik mi reankarnasyona.. Eğer reankarnasyon var ise ben Londra’da yaşamış ve o alttaki elbiseyi giymiş olmalıyım.

Madame Tussaud’s Museum ; Lonradaki tek ücretli müze ama kesinlikle gittiğinize değecek. Gitmeden önce mutlaka kampanyalarına bakın. Giriş 26 Sterlin olmasına rağmen biz biletimizi London Eye ‘dan alıp (26 Sterlin) , üstüne bir de London Aquaryum (20 Sterlin) bileti ile birlikte 3 ‘lü alınca 50 Sterlin ödedik. Eğer başka ülkede akvaryum gezdiyseniz ki ben Antalya Akvaryum’a gitmiştim, size de çok küçük ve gereksiz gelecek. Eğer böyle bir kampanya varsa siz nehir turunu seçin derim.  Yok ama çocuğunuz ile birlikte gittiyseniz ve henüz akvaryum gezmediyseniz değer. Müzeye Gri renkli Jubilee hattının Baker Street istasyonunda inerek ulaşabilirsiniz. Böylece müzeye doğru giderken Sherlock Holmes’un heykelinin de önünden geçeceksiniz. Bir küçük tavsiye daha bu caddedeki hediyelik eşya dükkanları hem çeşit açısından zengin hem de fiyat olarak epey uygun.

National Gallery ; 2300 ‘den fazla esere ev sahipliği yapan National Gallery, Londra’nın en ünlü meydanlarından biri olan Trafalgar Meydanı’nda. Vaktiniz varsa mutlaka uğramalısınız. Tüm salonları gezmeseniz bile en azından Da Vinci, Raphael, Michaelangelo, Van Gogh ve Monet salonlarına bir göz atın derim.

Trafalgar Meydanı

Monet

 

2

Foccacia Nasıl Yapılır?

Posted by lezzetperisi on 26 Eylül 2016 in Ekmekler |

Self Balancing Scooter
Self Balancing Scooter Sale

Şans faktörüne hep inanmışımdır hayatta. İkiye ayrılır insanlar bence, şanslılar ve şansını kendi yaratmak zorunda olanlar. Hayat bir tarafı daha mutlu görmek için elinden ne geliyorsa ardına koymaz. Her şey kolayca seriliverir önlerine. Bazen şaka yapar, hani elinden alıyormuş gibi ama almaz!. Sadece “Bak ne şanslısın kıymetini bil” demek ister. Ama bu bile bir ödüldür onlar için artık daha korunması, daha mutlu edilmesi, daha el üstünde tutulması gerekendir. Yaşadıkları acı bile onlardan yanadır. Diğerlerine ise hiç acımaz bile çatır çatır alır, ne gözünün yaşına, ne çabasına.. Dönüp de bakmaz bile. “Hadi” der “Yıktım!yeniden toplasana!” Aaa bunu mu istiyorsun der “Hadi gelip alsana!”. Ve sahip olduğu her şeyi dişiyle ,tırnağıyla yapmış insanlardır onlar. Azıcık mutlu olunca şımardın! azıcık dertlenince abarttın! denmiş, gözyaşlarını yalnızca gecenin dinlediği insanlardır. Kimsenin tahammülü yoktur onlara. Hayat ve insanlar kabalaştıkça kibarlaşırlar bilirler çünkü kaybetmek ne demektir. Gözyaşları içine nasıl akıtılır, mutluluk uzaktan nasıl seyredilir. O yüzden kıymetini bilirler her şeyin. Yaşadıkları her anın. Yaşadıkları her güzel an da , her gülümseyişte çabaları vardır. Ve.. tek lokma vardır, kendi de yememiştir ama ben yedim bu senin diyecek kadar onurludur. Boşuna dememiş büyük usta Neşet Ertaş “İnsanın derdi ne kadar büyük olursa gülüşü o kadar sıcak olurmuş, o dert güzelleştirirmiş onun yüreğini. Öyle derler, bizim buralarda. O derdin büyüklüğü neye göre ölçülür bilmem ben. Fakat birinin gülüşünün sıcaklığını hissettim mi anlıyorum ki derdi çok güzelleşmiş derdiyle.”

İtalyan lezzetlerine devam ediyoruz. Nefis mi nefis bir İtalyan ekmeği bu. Zeytin ve kurutulmuş domatese bayılan ,  mayalı hamurla oynamayı seven ben için de  pişirilmesi zevk olan bir ekmek. Hamurun kabardığını gördükçe benim gibi mutlu olan var mı aranızda? Evet diyorsanız hadi o zaman mutfağa..

Malzemeler ;

  • 500 gr. un
  • 350 ml. ılık su
  • 2 paket Dr.Oetker kuru maya
  • 35 gr. kuru domates
  • 30 gr. zeytinyağı + 3 kaşık zeytinyağı (üzeri için)
  • 70 gr. zeytin
  • tuz
  • bir çay kaşığı kekik
  • bir çay kaşığı biberiye

Yapılışı ;

  • Kurutulmuş domatesleri minik minik kesip kaynar su da yumuşayana kadar haşlayın. Suyunu güzelce süzüp bir kaba alın. Zeytinlerin çekirdeklerini çıkarıp 2’ye 3’e bölün domatesler ile karıştırın.
  • Mayayı , hamuru yoğuracağınız derin bir kaba alıp üzerine bir miktar ılık su ekleyip mayayı çözün. Daha sonra un, tuz ve suyu ekleyip hamuru yoğurmaya başlayın. Vıcık vıcık bir hamur olacak. Hamuru biraz yoğurduktan sonra biberiye ve kekiği ekleyip yoğurmaya devam edin. En son  zeytin yağı, zeytin ve domatesleri ilave edip karıştırın ve yoğurma işini tamamlayın.
  • 24 cm’lik kelepçeli kalıp tam ölçüye göre. Kalıbınızı güzelce yağlayıp, hamuru kelepçeli kalıba alın. Üzerine parmaklarını ile çukurlar açıp 3 yemek kaşığı zeytinyağı dökün. Mayalanması için 20 dk. bir kenarda bekletin. 20 dakikanın sonunda 180 derece önceden ısıtılmış fırında kızarana kadar fırınlayın.     İşte ekmeğiniz servise hazır.

0

Londra

Posted by lezzetperisi on 22 Eylül 2016 in Neredeydim.. |

“Londra’dan bıkmak hayattan bıkmaktır, Londra’da hayatın sunabildiği herşey mevcuttur.” demiş ünlü İngiliz yazar ve sözlük bilimci Samuel Johnson. Yaşayınca anlıyorsunuz gerçekliğini. Öyle gezip gelinecek bir şehir değil Londra. Bir yaşam tarzı, bir kültür, sizi kendine koşulsuz aşık edecek bir sevgili.. Prag’dan döndükten sonra ki yazımda “Prag’dan geçmedim ben, Prag’ı yaşadım” yazmıştım. Evet yaşadım da! 4 gün yetmişti. Ancak, Londra’da 1 ay kalmama sokaklarını adım adım gezmeme rağmen sadece geçebildim Londra’dan. Eğer bir şehre aşık olunabiliyorsa ben Londra’ya aşığım. Bir iyi bir kötü tarafı var, kötüsü ; artık hiçbir şehir beni bu kadar etkileyemez iyisi ise; o sokakların kokusunu içime çektim ben, parklarında oturdum, duvarlarına dokundum, adres tarif ettim turistlere, modern hayattan  tarihin en ihtişamları zamanlarına geçtim, yan yanaydılar, iç içe hatta! paralel iki evren gibi. Hem aynı hem ayrı, zahir ve batın gibi.. Ve öyle senkronize olmuşlardı ki 2 zaman öyle yakışmışlardı ki birbirlerine ayırt etmek imkansızdı. Başınızı döndüren bir güzellikte seriliyordu önünüze.

İngiltere’nin ve Birleşik Krallık’ların başkenti olan Londra’da gezilecek yerler, mutlaka görülmesi gereken müzeler, geçilmesi gereken köprüler, adımlanması gereken sokaklar ve huzur bulacağınız parkları anlatmaya başlamadan önce biraz ulaşım ile ilgili bilgi vermek istiyorum. Malum dünyanın en kalabalık hava trafiğine sahip, 5 hava alanlı şehrindesiniz. Bunlardan en büyüğü ve en bilineni ayrıca dünyanın en fazla uluslararası yolcu taşıyan hava alanı olan Heathrow. Luton, Stansted, Gatwick, Southend ve genelde ülke içi uçuşlara ev sahipliği yapan City Airport. Hemen hemen her havaalanı şehre uzak. Türk Hava yolları Heathrow, Pegasus ve Atlas Jet ise Stansted, Luton ve Gatwick havaalanlarına uçuş yapmakta. Bilet alırken mutlaka göz önünde bulundurmanız gereken ki özellikle yalnız seyahat ediyorsanız Pegasus bagaj izni 20 kg ve 8 kg da el bagajı. Buna karşın Atlas Jet ise 30 kg ve ilave 8 kg el bagajı. Ve çok daha önemlisi bu Ülke’den çıkarken bagajlarınıza asla tolerans göstermiyorlar. Hatta bir dönem el bagajınızı uçağa binmeden bir kez daha tartıyorlarmış. Ama yine de İzmir’den gidecekler için Pegasus’un bir avantajı var Londra’ya direk uçuyor. Ben hem gidiş hem de gelişim de Stansted havaalanını kullandım.  Havaalanından çıkar çıkmaz National Express ile 50 dk bir yolculuktan sonra Stratford’a gelebilir ve buradan şehrin dilediğiniz yerine tube ile ulaşabilirsiniz. National Express biletinizi dilerseniz linke tıklayarak internet sitesinden ya da direk otobüse binerken 10 Sterlin karşılığı alabilirsiniz. Gelelim en önemli ulaşım sorununa. Genel olarak pahalı bir Ülke zaten ama şehir içi ulaşım daha bir pahalı. Öncelikle ilk undergraund istasyonundan kalacağınız gün ve kullanacağınız zonlar arası Oyster kart almalısınız. Londra 9 zondan oluşan bir şehir ve tavsiye olarak 1 -3 zonlar arası oyster almalısınız. Verdiğim linkten haftalık, aylık ve zonlara göre dağılımı olan Oyster kart fiyatlarını bulabilirsiniz.  Bir kez Oyster aldıktan sonra gün içinde otobüs ve metro hatlarını sınırsız kullanabilirsiniz. Londra 3 – 5 günde gezip geleceğiniz bir şehir değil baştan söyleyeyim o yüzden size yazarken birbirinine yakın noktaları aynı paragrafta anlatacağım ki vakit kazanabilesiniz.

Yazıma Tower Bridge resmi ile başladım çünkü beni gerçekten büyüleyen bir yapı. Bir de gittiğim mevsim yaz olunca bol bol hatta bulduğum her fırsatta soluğu burada aldım. Etrafında çimlerde oturup , piknik yapıp bu muhteşem manzarada kayboldum. Tower Bridge aynı zamanda dünyanın bilinen en ünlü baskül köprülerinden biri. Londra Köprüsü ile Kule arasındaki deniz trafiği bu köprünün açılıp kapanır olması ile sağlanıyor. Ne şanslıydım ki daha ilk gidişimde köprünün açılışına ve kapanışına tanık oldum. Köprüden karşıya geçip Londra Kule’sini de gezebilirsiniz. Köprüye ulaşabilmek için National Rail hattını kullanıp London Bridge istasyonunda inip yürüyebilirsiniz. Böylece her iki köprüden de geçmiş olursunuz.

Peki Londra’ya gitmeden en çok merak ettiğin, en çok bulunmak istediğin, yazına başlamak istediğin yer neresiydi derseniz size hiç şüphesiz London Eye derdim. İzmirliyim ben , çocukluğum İzmir Fuar’ında lunaparkta geçti. Daha birçok çocuk lunapark görmemişken biz ezbere bilirdik o heyecanı. Dönme dolap çocukluğumun en güzel anılarından biridir. O yüzden belki hep imrenerek bakardım London Eye fotoğraflarına. Umduğum gibi de çıktı. Yine gitsem yine  o sırayı bekler yine binerim o dev dönme dolaba. 135 mt yüklsekliğindeki London Eye  Avrupa’da bilinen en yüksek dönme dolap.

London Eye’dan indikten sonraki rotanız ise Westminster köprüsü, bütün ihtişamıyla Big Ben karşınızda. İngiliz Parlamentosu’na ev sahipliği yapan  Westminster Sarayı (Parlamento Binası)’nı ve   St.Margeret kilisesini gezebilirsiniz. Westminster Saray girişi 18 pound. Ctesi ve Pazar günleri kapalı onun dışındaki günlerde ise 9.00 – 17:00 saatleri arasında gezebilirsiniz. Kilise ise ücretsiz ancak saat 15:30’da kapanıyor.

Ve elbette Buckingham Sarayı ve benim Greenwich Park’tan sonra en çok sevdiğim park olan St.James Park.  Saray’da eğer Mayıs – Ağustos ayları arasında gitmişseniz  hergün saat 11:30’da , Eylül – Nisan aylarında gitmişseniz ise ayın  çift günlerinde saray muhafızlarının nöbet değişimi töreni yapılıyor. Seyretmek istiyorsanız çok erken gitmenizi tavsiye ederim, ortalık mahşer yeri gibi kalabalık oluyor. Ve herkes video çekme derdinde olduğu için daha da sıkıntılı. Bana sorarsanız muhafızların caddeden gelişini gördükten sonra atın kendinizi St.James parka o vakti St.James parkta sincaplarla oynayarak geçirin. Ben öyle yaptım. Eğer henüz yorulmadıysanız Trafalgar Meydanı sizi bekliyor. Karışın kalabalığın arasına. Trafalgar Meydanın’da ayrıca müzeler yazımda bahsedeceğim National Gallery’i göreceksiniz. Eğer vaktiniz varsa mutlaka girin.

Alışveriş severler için de Londra bir cennet. Harrods’a mutlaka gitmelisiniz. Eli boş çıkacağınızı bilseniz bile hem de.  Hyde Park’a yakın olduğu için öncesi veya sonrasında Hyde Park’ta güzel bir yürüyüş yapabilir yorulunca kendinizi uçsuz bucaksız görünen o yeşilliğin kollarına bırakabilirsiniz. Bu şehirde gezerken en zor bulacağınız acıktım 2 lokma bir şeyler atıştırayım diyebileceğiniz bir yer. O yüzden nerede Sainsbury veya Tesco gördünüz  dalın içeri. Sandviç ve meyve suyunuz sırt çantanızdan eksik olmasın. Bu şehrin insanları böyle yaşıyorlar , çimlere basmak, oturmak, yuvarlanmak, piknik yapmak , hele ki güneşi görmüşseniz en büyük zevk. Hyde Park’tan sonra rotanız 2 farklı şekilde olabilir. Önem sıranıza göre siz seçebilirsiniz. Hyde Park’ın diğer kanadı Kensington Bahçeleri ve Kensington Palace. Aynı zamanda Victoria döneminde inşa edilmiş, Birleşik Krallık’ın en kıymetli binalarından biri olan Royal Albert Hall’da güney Kensington’da bulunur. Her yıl 350’den fazla organizasyon’a ev sahipliği yapan bu salon kesinlikle görülmeye değer. Tam karşısında da Albert anıtı bulunmakta.

Gelelim 2. seçeneğe. Hyde Park’ın kuzeydoğusunda bulunan Marble Arch kapısı yönünden çıkıp kendinizi alışverişin merkezi olan Oxford Street’e atabilirsiz. En şık ve pahalı mağazaların yanı sıra , Gap, Zara ve çok uygun fiyatlara harika parçalar bulabileceğiniz Primark’tan alış veriş yapıp  Selfridge’s de lüksün zerafetin keyfini çıkarabilirsiniz. Ayrıca buradaki Disney Milano’dan çok daha büyük ve güzel geldi bana. Ve hangi yaşta olursanız olun Leicester Square’de bulunan 4 katlı M&M’s Wold’e uğramadan dönmeyin. Rengarenk şekerlemeler daha yemeden güzelliğiyle başınızı döndürecek. Piccadilly Circus ‘ da sizi büyüleyecek renkliliği ve kalabalığıyla mutlaka uğramanız gereken meydanlardan.

Eğer cumartesi günü Londra’da iseniz güne mutlaka Nothing Hill’de başlamalısınız. Central hattının aynı adı taşıyan Nothing Hill Gate istasyonunda inerek ulaşabilirsiniz. Tabi öncelikle istasyondan çıkmadan Nothing Hill yazısının önünde resim çekilerek. Seyredenler bilir Hugh Grant ve Julia Roberts’in ünlü romantik komedi filminin adı ve kitapçının bulunduğu semt.Nezih ve şık sokakları, beyaz evleriyle sizi kendine hayran bırakacak. Peki neden mi cumartesi günü gitmeli ? Çünkü cumartesi günleri PortoBello ‘da hem kendiniz hem de hediye almak için çok orjinal parçalar bulabileceğiniz nefis bir antika pazarı kuruluyor. Kesinlikle o kalabalığa karışmalı, tarihe dokunmalısınız.

Tower Bridge ile başladığım yazıma elbette Camden Town ile son vereceğim. Siyah Northern hattının aynı adlı Camden Town istasyonunda inerek ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda Amy Winehouse’un da anıtının bulunduğu bu bölge rengarenk ve cıvıl cıvıl. Üstelik de Londra’nın en ekonomik bölgesi. Mutlaka görülmesi gerken yerlerden biri. Caddelerde dolaşırken her türden insan görmeniz mümkün o renkli dünyada kaybolmak isteyeceksiniz. Camden Lock Market ve kapısında dev robot heykeli olan Cyberdog’a mutlaka uğrayın. Özellikle Cyberdog’da abartmıyorum görüp görebileceğiniz en fosforlu, neon ışıklı , renkli giysiler var. Şapkadan, bilekliğe, bikiniden monta herşey ama herşey fosforlu veya lame bayılacaksınız. Aman cüzdanınıza dikkat. Hem Cyberdogdaki harcama için hem de burası Londra’nın en kalabalık ve güvensiz ama bir o kadar da en yaşayan bölgelerinden. Burada soyluluk, kültür değil burada ruhunuzun rengi , hayatı hangi tonda yaşadığınız önemli. Ne kadar güldüğünüz, ne kadar çoştuğunuz. Kimse kibarca salladğı yelpazelerin ardından dudak bükmüyor. Ne iseniz O’ sunuz burada. Ama ruhunda gökkuşağı taşıyan biriyseniz Nothing Hill’de kibar kibar yelpaze sallar gelir burada hayatın dibine vurursunuz. Hiçbirini diğerine karıştırmadan. Marac-el Bahreyn gibi mesela.. Tatlı suyun tuzlu suya karışmaması gibi. Doğada olan her şey vücudumuzda da mevcut. Fark edebildiğimiz müddetçe. Eylül ayı için takvimim de şöyle yazıyordu; Mutluluk herkes gibi yaşarken kimse gibi olmamaktır.

Peki bitti mi? Hayır.. Gez gez bitmemişti sanırım yaz yaz da bitmeyecek. Sırada müzeler ve 0 meridyenin geçtiği Greenwich kasabası yazıları var.

Copyright © 2010-2024 LEZZET KAHVESİNE HOŞ GELDİNİZ All rights reserved.
This site is using the Desk Mess Mirrored theme, v2.5, from BuyNowShop.com.