Pınar Labneli Süpriz Kek Tarifi
Peynir bizim evde en çok tüketilen gıda maddelerinin başında gelir. Ve elbette Pınar Labne sabah kahvaltılarımızın vazgeçilmezidir. Ama kahvaltı dışında Pınar Labne’yi mezelerde ve keklerde de kullanıyorum. Tavsiye Kanalı’nın Tavsiye Meleklerinden biri olarak da Pınar Labne kampanyasında ben de kakaolu süpriz kek yaptım. Buyrun tarifine,
Malzemeler ;
- 3 yumurta
- 2 su bardağı şeker
- 150 gr. yumuşak tereyağı
- 1 buçuk su bardağı su
- 1 paket kakaolu krem şanti
- 3 çorba kaşığı kakao
- 1 paket kabartma tozu
- 3 su bardağı un
Dolgu için malzmeler ;
- 200 gr. Pınar Labne
- 160 gr. Hindistancevizi
- 1 buçuk çay bardağı pudra şekeri
Yapılışı ;
- Pınar Labne, hindistancevizi ve pudra şekerini bir kabın içinde karıştırıp dolgu malzemesini hazırlayın.
- Diğer tarafta kek için, yumurta ve şekeri krema haline gelene kadar çırpıp diğer tüm malzemeyi ilave edin ve karıştırın. Yağladığınız kek kalıbına önce kek karışımının yarısını dökün ve üzerine, hazırladığınız dolgu malzemesini ceviz büyüklüğünde toplar yapıp yerleştirin. Üzerine kalan kek hamurunu döküp 180 derece önceden ısıtılmış fırında 40 dk. kadar fırınlayın.
- Küçük bir not ; kekinizi 20. dakikadan sonra kürdan ile kontrol ederek pişip pişmediğini anlayabilirsiniz.
Limonçello
Sonsuzlaştığı anlar vardır hayatın. Bazen bir gece sessizliğinde, bazen aynalarda, bir camın buğusunda, otel odalarında bazen, havaalanlarında; hem ayırıp hem birleştiren havaalanları.. Birleşmenin sevinci ve ayrılığın hüznü arasında sonsuzlaşır hayat.. Louis Aragon ne güzel anlatmış dizelerinde paylaşmadan geçemedim.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki hep okşansın
Diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi.
Zaman sensin, uyuyan sen
Şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi…
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi
Durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler
Asıl demek istediğim bu.
Hazzın ötesinde sevgim
Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün
Sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.
……
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
Limon, alkol ve şekerin muhteşem dansı bence limonçello.. Şöyle buz gibi, boğazınızdan acımsı tadıyla geçerken damağınızda bıraktığı tatlılık.. Midenizde ise altın vuruş! Hazmı kolaylaştırması için yemekler sonra içiyor İtalyanlar. Çeklerin Becherovkaları gibi.. Likör yapmayı çok sevdim ben Vişne Likörü , kahveli portakal likörü derken şimdi de Limonçello.. Ve her likör gibi sabır istiyor bu da hayat gibi, yaşamak gibi, umut gibi..
Malzemeler ;
- 1 lt. Votka
- 15 limon
- 1 lt su
- 600 gr. şeker
Yapılışı ;
- Limonların kabuklarını çok ince rendeleyin veya sebze soyacağı ile beyaz kısmı olmaksızın sadece sarısını incecik soyun. Beyaz kısmı fazla gelirse tadı acımsı olacaktır.
- Kabukları cam kavanoza doldurup üzerine votkayı ekleyin. Kavanozun ağzını sıkıca kapatıp üzerine tarihi not edin. Karanlık, güneş almayan serin bir yerde 21 gün bekletin. Arada kavanozu çalkalayın.
- 21. günün sonunda 1 lt su ve 600 gr. şekeri kaynatın. (tatlı severseniz şeker oranını arttırabilirsiniz. Bana İtalya’da içtiklerim çok tatlı gelmişti o yüzden şeker miktarını arttırmadım.) Soğuyunca kavanoza ilave edip çalkalayın ve 21 gün daha aynı yerde bekletin.
- Yine 21. günün sonunda şişeleyip buzdolabına kaldırın ve soğuk olarak servis edin.
Denize Çıkan Sokaklarıyla Midilli..
Denizlere çıkmalı sokaklar,
Anason kokmalı sofralar,
Ve..şiir gibi sevilmeli insanlar..
Öyle demiş büyük üstad Nazım Hikmet ; “Şiir gibi sevilmek”, Ne muazzam şeydir, kim bilir… İçim titrer her okuyuşumda. Şiir gibi sevmek ve şiir gibi sevilmek denince..
Pırıl pırıl koyları, sakin insanları, denize çıkan sokakları ve anason kokulu sofralarıyla şiir gibi bir ada Midilli. Yunanistan’ın Girit ve Eğriboz adalarından sonra 3. büyük adası. Uzo’nun anavatanı. Eğer amacınız adayı gezmekse gidilecek en iyi zaman Nisan, Mayıs ve Eylül ayları. Ada sakinleri Haziran ayından sonra çok kalabalık ve sıcak olduğunu söylüyor. Midilli’ye Ayvalık’tan kalkan feribotlar ile ulaşabilirsiniz. 3 tur firması var Turyol, Jale Tur ve Jalem Tur. İnternet sitelerinden feribot seferlerinin saatlerine bulabilirsiniz. Kişi başı gidiş dönüş yetişkin 30 Euro, 6-12 yaş ise 15 Euro. Eğer biletinizi internet sitelerinden alırsanız 5 Euro daha uygun oluyor. Adayı araç kiralayak dolaşabilirsiniz. Günlüğü 25-30 Euro arasında değişiyor. Ancak yollar çok virajlı ve dar. Eğer alışık değilseniz tur ile gitmenizi öneririm. Zira gittiğinizde virajlarda göreceğiniz maket kiliseler ne kadar çok kaza olduğunu size gösterecektir. İnançları çok güçlü olduğu için kaza olan yerlere dua edilebilmesi için birer maket kilise yapıyorlarmış. Ve elbette Schengen vizesi ile gidilebilen bir ada. Ya da kapı vizesi alabiliyorsunuz.
Eğer Midilli’den önce Sakız Adasını gezmişseniz çarşısı size önce biraz sönük gelecektir. Ama koyları ve şirin köylerini tanıdıkça çok seveceksiniz.
Arkamızda gördüğünüz o devasa dikkat çekici bina Midilli’nin en iyi bilinen Kilisesi Agios Therapon. Hoş benim çatlak kurabiyeme sorarsanız Midilli’nin neyi ünlü diye hemen kiliseleri ve dondurmaları cevabını alırsınız. Prag gezimizde çok daha büyük kiliseler görmüş olmasına rağmen Midilli’deki kiliseler Melike’ye daha dikkat çekici geldi. Neden dondurma ve kiliseleri ile ünlü konusunu ise yazımın ilerleyen bölümlerinde anlatacağım.
Çarşı boyunca ilerlediğinizde sizi hediyelik eşyaların satıldığı minik minik şirin dükkanlar bekliyor olacak. Özellikle biz Easter Zamanı gittiğimiz için neredeyse bütün dükkanlar çikolatalar ve rengarenk yumurtalar ile süslenmişti.
Elbette Midilli adasında Osmanlı’dan kalma eserler ve camiler de göreceksiniz ancak bu adada tüm camilerin minareleri kesilmiş. Çünkü minareler; denizden ve karadan rahatça görülebilen yüksek yapılar ve minareyi gören yabancılar buranın bir müslüman adası olduğunu düşünebilir. Böyle bir düşünceyi ortadan kaldırmak için de buldukları çözüm minareleri kesmek olmuş.
Adanın merkezinde biraz dolaştıktan sonra adanın kuzeyine Mantamados’a doğru yol alıyoruz. Burası adanın hayvancılık , zeytinyağı ve seramikleriyle ünlü bölgesi. Ve elbette çok merak ettiğimiz Taksiyarhis Mihail Kutsal Manastırı burada. Yol üzerinde Thermi’den geçiyoruz. Bölge adını yüzyıllardır burada akan sıcak su kaynağından almış. Ve bir zamanlar buranın en ünlü oteli olan “Sarlıca Palas” ı görüyoruz. Osmanlı döneminin en ünlü ve ihtişamlı oteli burası. Suyun rengi sarı ve ılıca bölgesi olduğu için otelin adının “Sarlıca” olduğunu öğreniyoruz. Ve manastırı gezmeden önce Thermi’de öğle yemeği molası veriyoruz. Öğle yemeği için ilk kez deneyeceğimiz köpek balığını seçtik. Bizden tam not aldı. Mutlaka denemelisiniz.
Taksiyarhis Mihail Kutsal Manastırı Baş Melek Mikail’in dört ikonundan birisi bu kilisede. İkona bakanların içsel durumuna göre bazen, kızgın, bazen, üzgün , bazen gülerken görüldüğü söyleniyor. İkon; öldürülen rahiplerin kanı ve topraktan yapılma. İnananlar en çok da şifa bulmak için geliyor bu kiliseye.İçeriye girdiğinizde minik torbalar ve pamuklar var mumların yanında. Ve az ileride kutsal yağ. Pamuk ile bir miktar alıp minik torbalara koyup alabiliyorsunuz. Aldım elbette. Yazım yanlış anlaşılmasın, Yüce yaratıcı mekana muhtaç olmaktan münezzehtir. Gökkubbe ve altındaki her yer kutsaldır ve benim için din, dil ,ırk farkı yoktur. ” İnsan” olabilmesiyle ölçülür değeri varlığın. Ne yazık ki bu manastırda resim çekemedim. Ancak anne-kız ikimizde mumlarımızı dikip dileklerimizi diledik. Ve Melike’nin hayatında artık manastır ve kiliseler güzel döşenmiş, dilek dilenip mumların yakıldığı ve dileklerin kabul edildiği kutsal bir mekan. İşte bu yüzden Midilli kiliseleri ile ünlü Melikoş için.
Yazımın başında Mantamados’ta hayvancılığın yaygın olduğunu söylemiştim. Bu sebeple manastırın bahçesinde bulunan kafeterya ballı yoğurt , dondurma ve lokmasıyla ünlü. İşte bu yüzden de dondurması ünlü Midilli’nin Melikoş için.
Mantamados’tan sonra Petra’ya otelimize doğru yol alıyoruz. Petra’da kalacağımız otel Clara. İsme tıklayıp direk otelin sitesine gidebilir ya da Booking.com ‘dan rezervasyon yapabilirsiniz. Harika bir yamaç üzerine kurulu huzur dolu bir otel. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Tüm odalar deniz manzaralı. Ve bu da bizim manzaramız. Otelin manzarasına da kahvaltısına da bayılacaksınız.
Midilli’ye gelip tavernaya gitmeden olmaz elbet. Sirtaki yapmalı, komşudan karşıya uzoyu masaya bir tıklatmalı. Nefis yunan mezelerinin ve etlerinin tadına bakmalı. Kalamar da , ahtapot da, testi de getirdikleri et de birbirinden harikaydı. En çok ekmeklerini seviyorum ama. Nereye giderseniz gidin , Sakız Adasında da bu böyleydi hep ev yapımı sıcacık ekmekler getiriyorlar. İsterseniz yemeyin. Siz beni dinleyin, yiyin. Az sonra Yunan danslarını öğrenirken hepsi gidecek.
Bu harika geceden sonra ertesi sabah harika bir manzara eşliğinde kahvaltımızı yapıp Petra’nın denize açılan şirin sokaklarını gezmekle başlıyoruz güne. Elbette 114 basamak tırmanıp 40 mt yükseklikte kayalıklar üzerine Meryem Ana’ya ithafen inşa edilmiş Panagia Glykofilousa kilisesine çıkacağız. Dilenecek çok dilek var çok. Elbet dünyanın bir köşesinde bir mabette kabul edilecek.
Petra’dan sonra durağımız Molivos. Benim için adanın incisi burası. Kaleden aşağı doğru dar ve şirin sokaklardan tarihi dokusu hiç bozulmamış yapılardan geçerek iniyoruz Molivos’a. Buram buram yaşanmışlık her yer. Hediyelik eşyalarımızı bu şirin sokaklardaki dükkanlardan alıyoruz. Fincanlar, minik bardaklar ve elbette magnetler.. Barbayanni ve peynirler en son. Yine minaresi kesik bir cami çıkıyor karşımıza tam karşısında ise adanın en ünlü kütüphanesi. Karşısında ise bir ömür yaşasanız bir ömür daha isteyeceğiniz bir kafe.. Orada oturun sonsuzluğa doğru bir iki yudum bir şeyler için mutlaka. Ruhunuz alsın gıdasını şu dünya sahnesinden. Ne çok susturuyoruz ne çok gıdasız bırakıyoruz onu hayatın koşuşturmacası içinde. Ölü ruhlar taşıyoruz bedenlerimizde. Sonra yorgun, sonra kırgın, sonra vazgeçmiş oluyoruz. Okul taksitleri ,özel günlerde alınacak hediyeler, daha iyi bir araba, daha rahat bir yaşam derken ve yaşadığımızı sanırken ruhumuz ölüyor bedenlerimizde..
Molivos’da geçirdiğimiz harika saatlerden sonra sonra Midilli’nin en yüksek dağı Olympos’un eteklerinde bulunan Agiasos’a doğru yol alıyoruz. Şirin mi şirin dokusu hiç bozulmamış , sokaklarında keyifle gezeceğiniz gezerken her ayrıntıyı fotoğraflamak isteyeceğiniz bir köy burası. Ortadoksların en önemli kiliselerinden Meryem Ana kilisesi de burada ve bu kilisede Hacı oluyorlar. Ayrıca köyde ahşap oyma mobilya sanatı çok meşhur. Her türden hediyelik bulabilirsiniz. Agiasos’a giderken yolda Kaloni’den geçiyoruz. Kaloni adanın 2 büyük körfezinden biri. Denize açılan kısmı çok dar olduğu için burada deniz güzel deniz değil ancak nadide ve korunan bazı kuş türleri için mükemmel bir barınak ve üreme alanı. Ayrıca Kaloni, sardalyeleri ile meşhurmuş ve her yıl Ağustos ayında sardalye festivali düzenleniyormuş. Festival zamanı mutlaka bir gelmeli. Aklınızda bulunsun.
Bir gezinin daha sonuna gelirken geçen instagramda okuduğum bir sözü paylaşmak istiyorum ” Nereye giderseniz gidin ama tüm kalbinizle gidin..“
Panzerotti
O nefis bir İtalyan!
İtalya’dan geldiğimden beri sürekli aklımdaydı. Fırsat kolluyordum yapabilmek için ancak son birkaç haftadır tüm hafta sonları yoğun olunca yapmak bu haftaya kaldı. Nisan ayı ile birlikte biz İzmirliler yazlıkları açmaya başlarız. Temizlikler yapılır, mangallar yenilenir, teraslar mangala hazırlanır. Cumartesi gecelerinin vazgeçilmezidir anason kokulu sofralar, zeytinyağlı mezeler, mangalda balıklar. Sofrada edilen hoş sohbetler. Hele de yıldızlar.. Çok özlemişim ben, bu hafta sonu terasta sabahladım yalnızlığımla.. Eskimeyen dostlarım; yıldızlar ve müzik eşlik etti bana. Böyle bir gecenin sabahı da muhteşem olmalıydı. Hemen koyuldum hamur yoğurmaya. İnsanın elinden bütün duyguların geçtiğine inanırım ben yaptıklarına. Ben hamuru yoğururken , kendimi de yoğururum bu yüzden içinde.
Sonuç; baharı karşıladığım Milano’dan.. Panzerotti!
Milano’ya yolunuz düşerse mutlaka ve mutlaka yenilmesi gerekenlerden. Linke tıklayarak Milano’da mutlaka yapılması gerekenler yazımdan en lezzetlisini nerede yiyebileceğinizi okuyabilirsiniz. Belki de benim gibi yediniz ve tadı damağınızda kaldı. Öyleyse vereceğim tariften siz de nefis mi nefis panzerottiler yapabilirsiniz. Biz domatesli ve mozerellalı olanı tercih etmiştik o yüzden ben bu sefer aynısı yaptım. Bazılarına da mantar ilave ettim. Siz dilerseniz sucuk, sosis, salam , jambon, mantar ilave edip panzerottinizi zenginleştirebilirsiniz.
Ekmek makineniz varsa hamuru ekmek makinesi ile de hazırlayabilirsiniz. Ama benim gibi hamur yoğurmayı, özellikle de mayalı hamurları yapmayı terapi gibi görenlerdenseniz kesinlikle hamurunu kendiniz yoğurmalısınız.
Malzemeler ;
- 1 su bardağı ılık sı
- 3 su bardağı un
- 1 paket maya
- 1 çay kaşığı tuz
- 1 çay kaşığı toz şeker
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
- 200 gr. mozerella
- 2 büyük domates
- 1 çorba kaşığı salça
- karabiber
- tuz
Yapılışı ;
- 1 su bardağı ılık suyun içine maya, toz şeker ve tuzu ilave edip maya eriyene kadar karıştırın.Öncelikle 2 su bardağı unu ilave edip yoğurun. Diğer 1 bardak unu yavaş yavaş ilave ederek hamur toplanana kadar yoğurmaya devam edin. Hamur toparlanınca üzerini nemli bir bezle kapatarak 45 dk. mayalanmaya bırakın. Hamurunuz 2 katına çıktığında hazır demektir.
- Yıkayıp kabuklarını soyduğunuz domatesleri küp küp doğrayıp içine salçayı ilave edin. Diğer bir kapta mozerellayı rendeleyip domateslere ilave edin. Arzunuza göre tuz ve karabiber ilave edebilirsiniz.
- Hamuru dilediğiniz büyüklükte parçalara ayırıp, merdane yardımıyla açın hazırladığınız hazırladığınız içten koyup resimlerdeki gibi güzelce kapatın. Bol kızgın yağda kızartarak servis yapın.
Bumerang Deneyim Günleri İzmirli Blogger’ları Restoran Haftasında Buluşturdu..
Biz blogger’lerın en büyük destekçisi Bumerang , Restoran Haftası kapsamında Bumerang Deneyim Günleri’nden bir yenisini daha İzmir Alsancak Midpoint’te gerçekleştirdi ve sınırlı sayıda bloggerın katıldığı gecede, hoş sohbetler eşliğinde sokak lezzetleri tadıldı. Bumerang ekibi yöneticileri sevgili Hilal Meriç ve Ahmet Erten’nin ev sahipliği yaptığı gece de Hürriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisi Deniz Sipahi ve Hürriyet Gazetesi Ege Reklam Müdür Yardımcısı İlker Uçar’da bizlerle birlikteydi. Dude Table Organizasyon Yöneticisi Merve Akgül ise gece boyunca sorularımızı içtenlikle yanıtladı.
Neşe, sohbet ve lezzet dolu geceye nefis bir peynir tabağı ve şarapların tadımı ile başladık.
Şaraplarımız; Beyaz , Rose ve Kırmızı Kalecik Karası arasından benim tercihim Kırmızı Kalecik Karası oldu.
Menümüz ise 4 haftanın menüsünün toplamı olan Stromboli, Etli Kumpir, Morocco Şiş Köfte ve Humuslu Chicken Pitta ‘dan oluşuyordu. Hem göze hem damağa hitap eden bu nefis lezzetler özel bir sunumla masamıza getirildi. Hepsi de birbirinden harikaydı. Kumpir zaten her daim tercih edilen bir sokak lezzeti bir de etli olunca daha da cazip olmuş. Stromboli ; Hilal ve benim favorimiz oldu. Pitta ise şöyle sarıp bir peçeteye özgürce sokaklarda dolaşırken yenilebilen harika bir atıştırmalık. Elbette gecenin altın vuruşu Opera isimli tatlıydı. Beyaz çikolata ile hazırlanan muhallebi , mandalinalı dondurma ve frambuaz sosunda hazırlanmış ayva parçaları ile servis edilmişti.
Bumerang Deneyim Günleri benim için her zaman çok değerli olmuştur. Yeni blogger arkadaşlar ile tanıştığım, sıcacık sohbetlerin edildiği lezzet dolu bu gece için sevgili Hilal Meriç ve Ahmet Erten’e çok teşekkür ediyorum.
Organizasyonunu Dude Table’nin yaptığı, bu yıl konsepti sokak lezzetleri olan Restoran Haftası 7.yılında İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa , Adana Antalya ve Gaziantep olmak üzere 7 farklı şehirde 150 restoranın katılımıyla Nisan ayı boyunca devam edecek. restoranhaftasi.com linkinden bulunduğunuz şehirlerdeki restoranları ve menülerini inceleyerek siz de dileğiniz birinden rezervasyon yaptırıp bu harika lezzetleri tadabilirsiniz.
Milano’da Mutlaka Yapılması Gerekenler..
Milano’yu gezmek için size dolu dolu 2 gün yetecektir Milano’da gezilecek yerler için linke tıklayarak Jolly Tur Blogdaki yazımı inceleyebilirsiniz ama Milano’da yapılacaklar için asla 2 gün yetmez. Yapmadan dönmeyin diyeceğim öyle çok şey var ki. Mesela aperetivoları var. Saat 18:30 ve 21:30 arası yalnızca içkiye para ödüyorsunuz nefis yiyecekler yanında ikram. Demişken..Vittoria Emanuel’in terasında bulunan Aperol Terrezza ‘ya uğramadan sakın dönmeyin. Ve sıra bekleseniz dahi terasında oturun. Sıra bekleseniz dahi diyorum çünkü bekliyorsunuz. Bizim vaktimiz çok kısıtlıydı maalesef terasından Duamo’yu seyredemedik. Ama nefis içkilerini yudumlayıp, mozzerella, makarna ve pizzalarından aşkla yedik.
Bir de panzerotti var. Yedikçe yiyesiniz gelen. Mutlaka Luini ‘ye uğrayıp mozerella ve domatesli panzerottlerinden yiyin. Tadı damağınızda kalacak. Sanki pişi gibi ama aynı amanda kapalı pizza gibi de. Her ısırıkta ağzınıza gelen domates ve mozzerellanın uyumu da cabası. Ve piri de Luini zaten beklediğiniz sıradan anlayacaksınız. Fotoğraf çektirmemeye uğraşsalar da ben elbette okuyucularım için bir kaç fotoğraf çektim. Aklınızda bulunsun pazar günleri kapalı. Diğer günler de saat 10:00 ile 20:00 arası açık. Duamo Katedrali’ni sağınıza aldığınızda, Vittorio Emanuele’den sonraki 3. sokakta sağda. Hemen yanında da Di Gennaro Ristorante Pizzeria var ki en nefis pizzayı da orada yiyebilirsiniz. Nurşah pizza söyleyince ben de lazanya sipariş ettim. Lazanyası da harikaydı ama Nurşah’ın pizzasının tadına baktım o da nefisti.
Elbette dondurma.. Nasıl cezbedici nasıl muhteşem.
San Babila metro istasyonunun tam karşısındaki sokakta solda Paper Moon’a mutlaka uğrayın. Pizzası da, eti de, risottosu da muhteşem. Ama benim için en farklı ve belirleyici yanı Milano’da yediğim en lezzetli mozerella oradaydı. Az ilerde sağda da Bagutta var. İkisi arasında tercih yapmak zorunda kalırsanız Paper Moon’u tercih edin ama vaktiniz varsa mutlaka Bagutta’ya da gidin. Yemeklerin lezzetine de , dekorasyona da bayılacaksınız.
Nabucco bir de.. Bruschetta’nın en nefisi, tiramisunun en hakikisi ve elbette risotto.. Çok şık bir yer. Sunumları da yemekleri kadar nefis. Nabucco, Brera’da. Nasıl giderim derseniz. Vittorio Emanuel’den çıkıp La Scala’yı arkanıza alıp karşısındaki sokaktan yürüdüğünüzde 4. sokakta solda. Foursquare bu konuda size çok yardımı olacaktır.
Armani Cafe’de ise mutlaka bir yorgunluk kahvesi yudumlayın. Ginseng kahvelerinin kokusu da tadı da nefisti benden size tavsiye.
Hele bir yer var ki ; La Carettiera.. şehir merkezinden uzakta, ancak taksiyle ulaşabileceğiniz bir yer. Gitmeden rezervasyon yaptırıp yerini google maps de işaretleyerek bulabilirsiniz. Biz taksiciye adresi ile tarif etmiştik. Eğer bir geceniz varsa Milano’da kesinlikle gideceğiniz yer burası. Lüksten uzak bir aile işletmesi ama yaptıkları her şey mükemmel. Siz hiç birşey sipariş etmiyorsunuz masaya getiriyorlar da getiriyorlar. Karşıda da bir TV açık , TV de bir yarışma programı ailecek seyrediyorlar mutfakta işi biten önlüğü ile çıkıp bir seyredip ötekine anlatıyor. Bu arada da masamızı gözetliyor eksik var mı diye. Gecenin sonuna doğru altın vuruş.. Ev yapımı, buz gibi limonçello eşliğinde minik minik nefis lezzetli tatlılar. Ben öyle kaptırmışım ki kendimi yemeğe iştahımı gördükçe getiriyorlar yenisini masaya. Baktılar bitiremediniz tatlıları paket yapıp yanınıza veriyorlar. Ve o gece oradan ayrılırken bana 1 şişe de şarap hediye ettiler. Nasıl iştahlı yediysem artık.. 47 kg. gittiğim Milano’dan 49 kg. olarak geri döndüm hala o 2 kiloyu Milano hatırası olarak da taşıyorum. Hani bir ömre bedel denilebilecek, iyi ki yaşadım dediğim anlardı.. 7 gün kâr ettim hayattan. 7 gün ben ondan çaldım. 4 gün boyunca günde 10 saat çalıştım. Ama diğer 14 saatin 6 saatini uyuyup 8 saatini yaşam haneme artı diye kaydettim. Öteki 3 gün de gittim, gezdim,geldim oldu. Bir de baharımı karşıladım Milano’da.. 3 koca ay kış yaşadıktan sonra gelen bahar..Bütün hücrelerimi ısıttı umudum oldu yaza..
Ev Yapımı Kokoreç
“Benim kızım 35’inden sonra buldu kendini” dedi. Pudra pembesi, rugan, boyumu 13 cm daha uzun gösteren ayakkabılarımı, dizlerimin 4 cm üzerindeki, küpür elbisemin altına giydiğimde ki bir kadının kendini en kadın hissettiği anlardan biriymiş minik ayaklarını, yüksek ökçelerin içinde hissedip şöyle bir yürümek. Hiç düz ayakkabıyla görmedim annemi, yürüyemem onlarla derdi. Geri geri gidiyor sanki vücudum. Apartman topuk dedikleri modelin en yükseğini giyerdi. İleri ileri yüksek ökçelerle gidilirmiş öğrendim. Haklıydı annem ; insanın kendini bulması, tanıması acılardan süzülerek oluyormuş meğer. Dik durmaya çalıştıkça güçleniyor, güçlendikçe var oluyor, var oldukça var ediyormuş! insan. Zaman var ediyormuş, bütün yoğunluğun içinde, bir yudum sevgiye.. Kahkaha var ediyormuş, nemli gözlerinde, hayat var ediyormuş, hayatın içinde. Hayat var ediyormuş hesapsızca aktığı yürekte, gülen gözler var ediyormuş, gözlerinde.. gözlerimin gülen yanı diyormuş. Her şey taklitmiş bu dünyada gerçeğini bir kez yaşayabilmek için defalarca tekrarlanan bir taklit. Bir kez gerçekleşmesi için defalarca kez edilen dua. Ve yüreğim yüreğine emanet sözü yankılanmışsa evrende ki evren kaydeder her sözü. Levh-i Mahfuz da kayıtlıdır her şey. Yoktur artık dönüşü. Ne diyordu Küçük Prens “Evcilleştirdiğimiz şeyden ölene dek sorumluyuz.”
“Yeminle kayıtlı adın
aşk hakkı zedelenmez
aldığı darbelerle
vurulduğu yerin başını bekler.
Yokluğunu bağışladığım,
varlığını bağışla bana,
tabiatımın müjde ağacı
seyrelt beni.
Yazısına talip olduğum kaderinle
gel ya da gelme”
“Zamanı etimle değil, ruhumla bildim.
Paha biçemem öğrendiklerime.
Bulut kadar muğlak, kanat kadar sade
Kendinden uçmanın ilmine erdim.
Hem ruhun hem bedenin telaşına
kaç gömlek dağlandı tende.
Sonuncusunu seninle giydim.
Gelirsen yolum genişler.
Gelmezsen hayalini severim.
Yanmaktan korkmam.
Ben bu aşka sağ çıktığım yerlerden geldim. M.Mungan
İşte 35 inden sonra farkına vardığım güzelliklerden biri de kokoreç. Yıllarca ağzıma sürmedim. Neden yer insanlar hiç anlam veremedim. Bir gün kokusu cezbetti.. Yok dedim o baharatın kokusu. Sonra bir gün daha derken tadına baktım. Yıllarca ne çok şey kaybetmişim meğer. Hele bu aralar her gün yesem bıkmayacağım sanki. Dün Migros’ta görünce almadan edemedim. Mis gibi hazırlamışlar, dilim dilim de yapmışlar bana bir tek kızartması kalmış. Eğer rast gelirseniz mutlaka alın deneyin. dilerseniz tavada , dilerseniz fırının ızgarasında.. Yazlıkta da mangalda deneyeceğiz bakalım en lezzetlisi hangisi olacak.
Fırında Kuşkonmaz
Sanmayın tembeldim ben bu aralar. Kış en çetin yüzünü gösterdi, yazın bütün neşesinden sonra. Yağmur yağmur aktı bazen damlalar, bazen fırtına.. Kar bütün soğukluğuyla kapattı yolları. Ne güzel demiş Halil Cibran; Eger kış, “Baharı yüreğimde saklıyorum” deseydi, ona kim inanırdı? Ben inandım. Bitecek bu kış dedim bahar gelecek. Bahar gelecek.. Sabır ve umutla sardım kendimi, anılarla ısıttım yüreğimi. Beklediğim baharı Milano’da karşıladım, ben de bahar oldum.
Baharı Milano’da karşılamışken, üstüne bir de İstanbul seyahati yapmışken ayağımın tozuyla yüreğimdekileri azıcık da olsa kalemimden damlatayım dedim. Nefis mi nefis bir tarifle. Bizim Ülkemizde çok bilinip kullanılmasa da kuşkonmaz Milano’da çok yeniyor ve hemen hemen her market ve manavda satılıyor. Carrefour’dan her alışveriş yaptığımızda 2 lafımdan biri Nurşah bunlardan alıp İzmir’e götürmeliyiz oldu. Son gece Carrefour’a uğradığımızda ise bavullarımdan yalnızca birini 26 kg. a yükseltecek alışverişimi yaptım. Elbette parmesan, mozerella, makarna ve kuşkonmaz.. Bir yemek bloggerının vazgeçilmezleri. Gelelim tarifimize.
Malzemeler ;
- 1 bağ kuşkonmaz (yaklaşık 500 gr.)
- 2 çorba kaşığı zeytinyağı
- 1 diş sarımsak
- 50 gr.parmesan (fırınlarken)
- 20 gr. parmesan (servis yaparken)
- 1/2 limon suyu (servis yaparken)
Yapılışı ;
- Fırını 200 dereceye ayarlayın. Kuşkonmazları yıkayıp uçlarındaki sert yerleri alın. Fırın tepsisine dizin. Zeytinyağını üzerlerinde gezdirip ince ince kıydığınız sarımsakları ve rendelenmiş parmesanı ekleyin hepsini karıştırıp 15 – 20 dk. fırınlayın.
- Servis tabağına aldığınız kuşkonmazların üzerine limon suyunu gezdirip, kalan parmesanı rendeleyin. Et , balık ve ızgaralarınızın yanında servis yapın.