Viennesse Ve Bana Kadar Yolun Var
Filmler, kitaplar, insanlar.. En çok bize benzeyeni severiz içlerinde. Bilinç altı öyle yapar seçimi. Filmi seyrettiğinizi sanırken yaşantınızdaki eksiği seyreder , kitabın içinde kendinizi bulmuşsanız bir çırpıda okuyuverirsiniz. Ve akıverir yüreğiniz aynasında kendinizi seyrettiğinize.. Filmlerden, kitaplardan, resimlerden arşivler yapılır da, insanları sevdikçe yanınızda tutamazsınız işte. Ardında acılar bırakarak çıkarlar hayatınızdan zaman zaman. Acı; yaşanması mümkünken yaşanamayanlardan. Henüz beyinde bitmeden kalbe söz geçmediğinden, kalbe söz geçiremeden hayatınızdan çıkarmak zorunda olduğunuzdan. Hayat herkese aynı şansı vermez yaşadıkça öğrenir insan . Başlar yavaş yavaş gerçekler ve hayaller arasındaki buzdan duvarı örmeye. Duvar büyüdükçe insanlar uzak, insanlar zararsız ve şarkılar anlamsız olur. Duvar büyüdükçe yaralar kabuk bağlar. Duvar büyüdükçe içinizdeki çocuk ölür. İçinizdeki çocuk öldükçe büyümek derler adına. Daha çabuk yorulur, daha kolay hastalanır olursunuz ruhunuz üşüdükçe. Ama o buz dağı korur sizi yine de. Bir sabah uyandığınızda bütün yüzler aynı bakar artık. Birini diğerinden ayırt edecek hiçbir fark kalmamıştır. Hayretler içinde artık özleyecek hiç bir şey olmadığını da fark edersiniz. Hani Issız Adam filmde diyordu ya kız “Karda üşüyorsun uyumak tatlı geliyor uyuduğunu sanıyorsun ama öldüğünün farkında değilsin.” Zaman zaman farkına varırsın aslında. Henüz duvarın yükselmemiş bir yerinden, öte taraftan esen bir ılık rüzgar, bir anı kaçırır gözlerine, kırpıştırdıkça batan. Anılar akmaya başlar sonra apansızca göz pınarlarından . O an eriyecek gibi olsa da buzdan duvar, çabuk geçer neyse. Yine devam eder duvarın ardında hayat sessizce. Acısız, ama neşesiz de.
Sonra bir gün her şeyden vazgeçmişken bir kitap “Bana Kadar Yolun Var” der. Başlarsın okumaya.
Ben huzurlarınızda yazarının önünde saygıyla eğiliyorum. Bana hayatımı yeniden geri getirdi kitabıyla. Kaybettiğim, unuttuğum, özlediğim ne varsa.. Buzdan duvarın arkasına ittim kitabın sayfalarında, giydim kırmızı ayakkabılarımı, hazırım artık yaşamaya, gülmeye, mutlu olmaya.. Yeniden kendim olmaya. Sevgiyle dolup taşmaya. Taştığım yere cenneti taşımaya. Güneş de, Ay da, Yıldız da ben olmaya..
Şiddetle okumanızı tavsiye ettiğim satırlardan buyurun size bir kaç can alıcı nokta;
İşte Bayım…
Haydi şimdi indir o gardı müsait bir yerde…
Herşey tamam artık… Ben yolu tarif ettim, sıra sende…
Hoyratlığı olur aşkın, savurur seni yürekten yüreğe…
Sen yeter ki iste, ben hazırım senden gelen tüm deliliklere..
Korkma..
Durma..
“At Kendini yüreğime…
Soran olursa ‘aşk itti’ dersin…”
……………………………………………………………………………
Bizdik bu dünyanın seçilmiş delileri..
Yoktu başka seçeneğimiz..
İşaretlenmiştik, birbirinizi seveceksiniz, diye..
Görünmez bir ruh kelepçesi ile..
Kopmayacak bu bağ..
Cezamız ayrı gezegenler olsa bile..
Ve gelelim harika kurabiyelerimize. Bol kalorili bol lezzetli ve kesinlikle alışkanlık yaratacak bir tarif.
Malzemeler ;
- 250 gr. tereyağı
- 55 gr. pudra şekeri
- 300 gr un
- 1 paket vanilya
- 300 gr. çikolata
Yapılışı ;
- Fırını 180 dereceye ısıtın
- Tüm malzemeyi geniş bir kabın içinde yoğurun ve sıkma torbasına alıp , yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye aralıklarla sıkın.
- 15 dk. üzeri pembeleşene kadar fırınlayıp soğutma teline alın.
- Çikolatayı cam kasede benmari usulü eritip soğuyan kurabiyelerinizi çikolataya batırın. Dilerseniz ince çekilmiş antep fıstığı, hindistan cevizi yahut renkli şekerler ile de süsleyebilirsiniz.
SİNOP
Uzun ve yorucu yolculuklardan sonra denize varmayı çok severim.
Hayatın tam içine girip, göze aldığım ne varsa dibine kadar yaşayıp sonra yine kendime dönmek bana hep iyi gelir.
Neresi olursa olsun yola çıkmayı severim. Yola çıkmak aşka benzer çünkü. Sonunda er geç yol da aşk da hakkını ister. Ya bir ödül kazanırsın ya da büyük bir diyet ödersin. Ya emeklerin, inançların geri döner sana ya da terk edilirsin. Ama her ikisinde de yaşamış olursun. Her ikisinde de boşuna yaşamadım, dersin.
Öyleyse çıkmak yollara. Öyleyse gitmeli. Hep gitmeli…
Cezmi Ersöz’ün bu dizeleriyle çıktık yola 3 kuşak .. Anneanne, anne ve torun.. Yüreğimizin götürdüğü yere. 3 kuşak diyorum ama hiç kuşak çatışması yok bizim aramızda. Nasıl oluyor, hangi yaşta buluşuyoruz bilmiyorum ama buluşuyoruz işte. En büyüğümüz en küçük en küçüğümüz de en büyük oluyor bazen. Bense hep idare etmek zorunda kalan ortanca.. Mesela henüz 6 yaşındaki bir çocuğun tarihi bir cezaevini gezmekten hoşlanacağı kimin aklına gelir ki. Sıkılır diye düşünürsünüz oysaki Melike benden daha meraklıydı. Adım adım gezdik Sinop Cezaevini.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.” diye bahsettiği gibi; üç yanı deniz ve tarihi kale surlarının içinde yer alan Sinop ceza evinden kaçmak mümkün değilmiş. 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilen Cezaevi Sinop’a gittiğinizde mutlaka ve mutlaka gezilmesi gereken yerleren biri. Koridorlarında dolaşırken adeta hissediyorsunuz ne acılara tanıklık ettiğini. Bir çoğunuzun bildiği gibi Sebahattin Ali, Sinop Cezaevi’nde kalan ünlülerden ve “Aldırma Gönül” adlı şiirini de burada yazmıştır.
Ve.. Bir Çapar ;
Karadeniz’ e özgü, tek direkli ,baş ve kıç tarafı sivri ve yukarı kalkık olan, yük taşımak için kullanılan, takadan büyük bir çeşit kayık, mavna.
Ve.. Elbette “Gölge etme başka ihsan istemez” Diyen Diyojen Sinop doğumludur. Aristotelesin öğrencisi olan Büyük İskender felsefeye meraklı filozoflara değer veren bir hükümdardır. Corinth’e gelen Büyük İskender, Diyojen’i ziyaret etmiş ve bir dileği olup olmadığını sormuştur. O ise bu soruya “Gölge etme başka ihsan istemem.” yanıtını vermiştir. Daha sonra ünlü imparator Büyük İskender olmasaydım ‘Diyojen’ olmak isterdim demiştir. (Kaynak: wikipedi)
Sinop’a gitmişken Ak Liman , Hamsilos ve İnce Burun’a da gitmeden olmaz. Aslında denize girmek için hep Akdeniz ve Ege tercih edilir oysa Karadeniz doğru zamanda giderseniz ki bu genel de Temmuz yahut Ağustos başlarıdır nefis bir denize sahiptir. Zaten hangi sokağa girseniz yolunuzun denize çıktığı yaşanılası bir şehirdir Sinop. Yarımada olması sayesinde sağınız da denizdir solunuzda.. Ve hatta yolun sonu da..
Ben o yolun sonuna vardım bu kez. Hani ” Ne yaparsan yap, aşk ile yap ” diyor ya şarkıda hem de AŞK ile vardım o yolun sonuna..
Kalenin oradan tekneler kalkıyor. Mutlaka katılın o tekne turuna. Denizden Sinop’u seyrediyorsunuz yol boyunca ve yolun sonu hani artık Türkiye’nin en ucu , karanın bittiği o yer.. Orada durup geriye doğru kollarınızı açın Anadolu kollarınızın arasında. Bir de en sevdiğinizin ismini fısıldayın o rüzgara.. Hatta akşam üzeri tura katılırsanız gün yüzü ile gidip , gece ışılarıyla dönüyorsunuz. Her iki manzarayı da yaşamış olursunuz. Benden tavsiye.
İnceburun ise, Sinop yarımadasının kuzeybatı ucunda yer alan, Anadolu’nun en kuzey noktası. Sinop’a 20 km uzaklıkta. Ben Karaburun’a her hafta sonu giden biri olduğum için yolda sorun yaşamadım.Ama biraz virajlı ve dar bir yol. Ama öyle bir yol ki yeşilliklerin içinden denize varıyorsunuz. Yolun sonunda Fener var. 12 mt’lik dev gövdesiyle bembeyaz dikiliyor karşınıza. Anıt gibi.. Bir de bir kafeterya var kenarda mutlaka gözleme yiyin, demedi demeyin.
Akliman ve Hamsilos koyundan ise kesinlikle ayrılmak istemeyeceksiniz.
Sinop’tan ne alınır derseniz. Kale yakınında pek çok dükkan var harika el yapımı tekneler satan. İçlerinde mutlaka size ve sevdiklerinize hitap eden bir tane bulabilirsiniz. Benim küçük çatlak kurabiyem Melikoş Fenerbahçe amblemi olan bir yelkenli beğendi mesela.
Bir de Sinop’a gidip nokul yemeden olmaz. Kıymalı, patatesli, üzümlü &cevizli ve tahin&haşhaşlı olanları var. Ben her çeşidinden de getirdim buzluğa attım Sinop’u özledikçe buzluktan çıkarıp ısıtıp yiyeceğim. Favorim ise tahin&haşhaş. Bir de katlamaları var ama benim için fazla yağlı. Siz yine de deneyin.
Peki.. nasıl gidilir derseniz? bence en güzel arabayla gidilir. Türkiye’de hala bayan olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşıyoruz. 18 yaşından beri ehliyetim 19 yaşından beri arabam var. Beni takip edenler bilirler ki henüz 3 yaşındaki kızımı da arkaya bebek koltuğuna bağlayıp Antalya’ya tek başına gidip gelmişliğim var. Ama ne yok? Yollarda bayan başınıza sözü var, gitmek yok. O zaman şöyle birkaç seçenek var. THY belli günlerde direk Sinop’a uçuyor. Pegasus ise neredeyse hergün Samsun’a ve bazı günler Kastamonu’ya. Kastamonu havalimanı henüz yeni olduğu için ben Samsun tercih ettim ve Samsun’dan araba kiraladım. Çok yerde hız sınırının 70 olması dışında yol harika. Zamanın kısıtlı olması dolayııyla Erfelek Şelalelerini göremedim. Bu yüzden seneye tekrar gitmeyi düşünüyorum. Bu kez şansımı zorlayarak arabayla.
Hindi Tandır
Biliyorsunuz ki uzmanları takip etmek olanaksız. Birgün beyaz etin faydalarından bahsederken, diğer birgün bir bakıyorsunuz ki meğer faydasından çok zararı varmış. Tabi bu her gün yeni bir gıda maddesi için yapılıyor. Birgün çay faydalı oluyor ,diğer gün kahve.. O zaman ne yapmalı kendimizce bir gıda programı oluşturmalı. Geçenlerde internette güzel bir söz okudum.
“Herşey zehirdir, önemli olan dozdur” diyordu. Kesinlikle katılıyorum. İnsan vücudunun her gıdaya yeterli dozlarda ihtiyacı var. Beyaz etin yeri ayrı, kırmızı etin yeri ayrı. Balık ise özellikle biz İzmirliler için apayrı.
Hindi, beyaz etten lezzetli , kırmızı etten ise daha az yağlı olması açısından son yıllarda tercih edilen et türü. Bizim evde de en çok tandır olarak tüketiliyor. Baktım çok seviliyor artık fotoğraflanmalı ve bloga eklenmeli dedim. Bu kez avokado sos ile servis yapınca daha bir beğenildi ve şık oldu.
Malzemeler ;
- Hindi but (1200 gr/1500 gr arası)
- 3-4 orta boy patates
- 3- 4 orta boy havuç
- 3- 4 orta boy soğan
- tuz
- karabiber
- kırmızı biber
- kimyon
Yapılışı ;
- Eti düdüklüde 20 dk haşlayın.
- Tuz,karabiber,kırmızı biber ve kimyonu dilediğiniz ölçüde karıştırın.
- Patatesleri soyup 4 ‘e bölün , havuçları temizleyip boylarına göre 2 ‘ye bölün. Baharat karışımından bir miktar döküp karıştırın.Fırın kabının altına yerleştirin. Haşlanmış eti bütün halde üzerine koyun . Soğanları yıkayıp kabuğuyla 2’ye bölün. Etin yanlarına dizin.
- 1 buçuk su bardağı et suyunun içine baharat karışımını ilave edip karıştırın etin üzerinden gezdirerek fırın kabına dökün.
- 200 derece önceden ısıtılmış fırında 50 dk. üzeri kızarana kadar fırınlayın.
Not; Baharatlar ile ilgili ölçü vermiyorum çünkü ben çok baharatlı severim. Siz bu lezzeti kendinize göre ayarlayabilirsiniz.
Avokado Sos
Yüksek besin değerine sahip, kahvaltıdan mezeye kadar birçok öğünde tüketebileceğiniz bir meyve avokado. Yağ ve protein açısından zengin olmasının yanı sıra içinde A, B1, B2, B3, B6, C, E, K vitaminleri, fosfor, magnezyum, demir, potasyum, kalsiyum ve çinko gibi mineraller bulunmaktadır.
Avokado satın alırken kabuğu koyu yeşil ve yumuşak olanları tercih edilmelidir.
Avoda Sos Yapımı ;
- 2 avokado
- 1 limon suyu
- 4 diş sarımsak
- 2 çorba kaşığı zeytinyağı
- Tuz
Avokadoları 2 ye bölüp ortasından çekirdeğini çıkarın. İçini bir kaşık yardımı ile kabuğundan sıyırın. Limon suyunu, tuz ile dövülmüş sarımsağı ve zeytinyağını ilave edip karıştırın.
Fotoğraftaki diğer lezzet ise turp otu. Yakın zamanda onunla ilgili yazımı da paylaşacağım.
“OFÇAY HAZİNE” Bildiğiniz Gibi Değil…
Çok fazla reklam izleyen biri değilim ama son dönemde bir reklam var ki epey ilgimi çekti. Ofçay Hazine demlik poşeti reklamı. Hani Şevket Çoruh’un oynadığı reklam. Köşeli demlik poşetinde dökme çay varmış, bir poşetten 10 bardak çay çıkıyormuş…
Geçen gün annemlerde bir yandan çay içerken bir yandan da bu reklama takıldık. “Aa ne güzel ya dedim bir demlik poşetini at 10 bardak çay iç” Annem dedi ki “Yok canım hayatta çıkmaz o poşetten o kadar çay, kandırıyorlar insanları”
Bu arada annem tam bir çay ustasıdır, her gece çay demlenir evde, babam yemeği bitirdiği gibi çay demlendi mi diye sorar. Her çayı, herkesin demlediği çayı da beğenmezler üstelik. “Anne” dedim “hadi alalım da deneyelim bakalım kaç bardak çıkacak” maksat eğlence olsun.
Ertesi gün hemen aldım bir paket. İçinden bir karton torba çıkıyor, köşeli demlik poşetleri onun içinde. Bir şey daha dikkatimi çekti, demlik poşetinde dökme çay kullanmışlar, diğerleri gibi çay tozu değil. Ama yine de, 1 yemek kaşığı çaydan 10 bardak çıkmazdı yani di mi?
Yemeğe otururken çay suyunu kaynatmaya başladık, 1 poşet için 650 gr kaynar su ekleyip, 25 dk demliyorsunuz. Sonra ilk bardaklar içiliyor. 15 dk sonra da poşet içinden alınıyor. Aynen uyguladık. Heyecanla bekliyoruz nasıl olacak diye, çayı bardağa koyarken gerçekten de demini almış bir çay olduğu anlaşılıyordu, epey koyu renkti. İlk bardakları içtik, babama köşeli demlik poşeti olduğunu söylememiştik, önyargılı olmasın diye. Sorduk tadı nasıl, değişik çay kullandık diye, olumlu cevap aldık. İlk testi geçti “Ofçay Hazine”
Sonra poşeti süzüp ikinci bardakları koyduk. (Bu arada aida bardakla 8 bardak, küçük bardaklarla 10 bardak çıkıyormuş) Biz aida bardak kullandık ve ikinci turu da tamamladık. Toplamda gerçekten 8 bardak çay içtik. Tadı da aynı dökme çay gibi lezzetliydi. Bir poşet çaydan beklenmeyecek bir performansla gönlümüzü fethetti.
Sonuç olarak, helal olsun Ofçay’a dedik, adamlar yapmış gerçekten 🙂
Bu içerik http://www.ozgeninoltasi.com/ tarafından hazırlanmıştır.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Elmalı Kek
Asıl adı “Elma tepesi keki” Sevgili Figen’in nefis tariflerinden biri. Evi saran mis gibi elma ve tarçın kokusu da cabası. Pazar günü mis gibi kokular ve penceremde yağmuru seyrederken uzun zamandır kitaplığımda duran ama henüz okumamış olduğum “Günlerin Köpüğü ” nü aldım elime.
“Hayatta önemli olan, herşey hakkında önyargıya varabilmektir. Çünkü görüldüğü gibi topluluklar haksız ve kişiler her zaman haklıdır. Herhangi bir yaşama kuralı çıkarmamalı bundan : Kurallar deyim şekline dönüşmeden bile bağlanılacak güçte olmalıdır. Varolan iki şeydir aslında: Biri her şekilde ve bütün güzel kızlarla aşk, öteki de New orleans ya da Duke Ellington’un müziği. Geri kalan herşey kaybolmalıdır. Çünkü geri kalan herşey çirkindir ve şu birkaç sayfa bunu doğrulamak için yazılmıştır. Güçlüdür, çünkü yaşanmış bir olayı anlatır. Yaşanmış bir olaydır, çünkü başından sonuna kadar ben düşündüm bunu. Gerçeğin, ısıtılmış ve eğimli bir atmosfer içinde düzensiz kıvrımları ve bükümleri olan bir yüzey üstünde yansıtılması yoluyla elde edilmiştir. Görüyorsunuz ya, hiç de açıklamakta sakınca görmediğim bir yol, eğer yol varsa” New Orleans 10 Mart 1943
Hemen hemen 72 yıl önce yazılmış.. Kitap hakkındaki tüm görüşlerim ise kitap bitip üstüne filmini de seyrettikten sonra şimdi gelelim elmalı kekimizin tarifine.
Malzemeler ;
- 2 su bardağı şeker (elmalarınız çok tatlıysa şeker miktarını azaltabilirsiniz)
- 1/2 su bardağı sıvı yağ
- 2 yumurta
- 5 adet küp küp kesilmiş elma
- 2 su bardağı un
- 1 fiske tuz
- 2 tatlı kaşığı tarçın
- 1 tatlı kaşığı muskat
- 1 paket kabartma tozu
Yapılışı ;
- Yumurta ve şekeri krema haline gelene kadar çırpın ve sıvı yağı ve elmaları ilave edin.
- Diğer bir kapta Elenmiş un, tuz, tarçın, muskat ve kabartma tozunu karıştırın. Sıvı karışıma güzelce karıştırarak ilave edin.
- Yağlı kağıt serilmiş fırın kabına dökün. (Ben 28×28 kare borcamda pişirdim tam geldi)
- Önceden 180 derece ısıtılmış fırında 40 – 50 dk. pişirin.
İzmir Gourmet Guide – Tea&Pot Çay Workshop
Aslında hayatıma açılan yeni ve sağlıklı bir pencere oldu bu etkinlik.
İzmir Gourmet Guide Sevgili Ceren Hanımın nazik daveti ile başladı hayatımda çayın yolculuğu, yağmurlu ve romantik bir cumartesi sabahı. Beni tanıyanlar bir kahve kolik olduğumu bilirler gözlerimi kahve ile açar kahve ile kaparım günü. Yine de öyle.. Ama artık günde bir fincan silver needle & gül ve eylül çayları eşlik ediyor hayatıma tabi oolong ve roobiosun yeri tamamen ayrı. Ben bir subklinik hipertiroidi yani ne hipertiroidi ne de değil.. olarak metabolizmam zaten hızlı ama yine de hafta da bir de olsa bir oolong roibos çayım var. Ne diyor bu kadın demeyin hepsini anlatacağım. Ve eminim ki soluğu o şipşirin çay dükkanında alacaksınız. Sevgili Nihan ve Zeynep hanımın işlettikleri Tea&pot cafe Alsancakta. Verdiğim linkten adres ve telefonlarına ulaşabilirsiniz. Ve yudum yudum sağlık için de sitede biraz dolaşıp size en uygun çayı bulabilirsiniz.
Çay bitkisinin latince adı Camellia Sinenis’dir.Camellia Sinensis gördüğü oksidasyon işlemine göre siyah çay, yeşil çay, oolong çayı ve beyaz çay olarak sınıflandırılmaktadır. Yetiştirildikleri yöreye ve yaprak şekillerine göre de kendi içinde çeşitleri vardır.
Çayın aromasının yoğunluğu, herşeyden önce denizden yüksekliğine bağlıdır. Çay bitkisi ne kadar deniz seviyesinden yüksekte yetişirse, aroması o kadar iyi olur.
Peki çay nasıl demlenmeli ?
Çayınızın lezzetinin iyi ve kaliteli olması için 3 faktör vardır; kullanılan suyun kalitesi, sıcaklığı ve demlenme süresi. Çayın demlendiği su ve demleme şekli çayın aroma ve lezzetini belirler. Örneğin çeşme suyu çayın bulanık olmasına yol açar, tadını bozar. Su sıcaklığının 70 – 80 veya 95 C ye ulaştığını ölçmek ev ortamında çok da kolay değildir. Isıtılan su ilk küçük hava kabarcıklarını çıkarmaya başladığı zaman su 70 -80 derece ulaşmış demektir. Hava kabarcıkları büyümeye başladığında ise su kaynamak üzere demektir. Su kaynarken içindeki oksijeni yitirir. Oksiyensiz su ölü su demektir. Çayın bileşenlerini suya bırakması için oksijene ihtiyacı vardır.
Demleme süresi de kullanılan su kadar önemlidir. Demleme süresi arttıkça kafein miktarı artar.
Sizlere benim favorim olan 3 çeşit çaydan bahsetmek istiyorum. Beyaz çayı gül tomurcukları ile demliyorum. Nefis bir gül kokusu sarıyor etrafı. Oolong ve Roibosu ise karışım çay olarak tüketiyorum. Eylül ve Oolong&Rooibos. Tea&Pot a tıklayıp siz de çayınızı seçebilirsiniz.
Silver Needle ;
Yapraklar açmadan, çoğunluğu tomurcuk iken toplanır. Tomurcuklar tüylü, sanki beyaz saçı andırır bir görünüştedir. Yapraklarındaki beyaz tüyler kalitesinin göstergesidir. Bazıları gümüşi bazıları ise altuni renktedir. Gümüş ve altın iğnelere benzerler. Çok dikkatli ve tabiki elle hasat edilirler. Beyaz çay üretim aşamasında çok az işlem görür ve hiç oksidize (çay yapraklarının oksijenle teması sonucu yanması) olmaz.
Beyaz çay, bütün çay çeşitleri içerisinde kafein oranı en dusuk, antioksidan oranı ise en yuksek olanıdır. Antioksidanların vücutta hücre yenileyici özelliği vardır. Yaşlanma, kırışıklık ve sarkmalara karşı kullanılmaktadır.
Silver Needle sağlığına düşkün çayseverlerin tercihidir. Çayın sadece tomurcuklarının elle toplanmasıyla elde edilir. Hafif bir aroması vardır.
Oolong ;
Oolong çayı Çin’in Fujian bölgesinde yetiştirilir.Tomurcuk ve iki yaprak esasına göre toplanan çay yapraklarından elde edilir. Kıvırma işlemi gören yapraklar demlendikleri zaman hafif sarımsı bir renge sahiptir ve kendine özgü hoş bir aroması vardır.
Çok etkili bir ödem atıcıdır.Dinlendiricidir, kandaki stres hormon seviyelerini düsürür. Ayrıca sindirim uyarıcıdır, vücuttaki yagları eritir. Vücut metabolizmasını güçlendirir. Kan şekerini düzenler. Kafein miktarı beyaz çaydan daha fazla, yeşil çaydan daha azdır. Yarı fermente çay olarak bilinir, az oksidize olmuştur.
İdeal dem rengi sarıdır. Pürüzsüz bir lezzeti vardır.
Rooibos ;
Kırmızı çay olarak da bilinir. Yararlı etkisi ve güzel tadı nedeni ile tüm dünyada sevilerek içilen bir çaydır.Vitamin C, Potasyum, Demir, Kalsiyum, Magnezyum ve Bakır gibi içeriklere sahiptir. Meyvemsi ve tatlı özelliktedir. Bu nedenle şekersiz de kolaylıkla tüketilebilir. Kafein içermez, çocuklar için de içimi keyiflidir. Soğuk olarak da hazırlanabilir. Meyve çayları veya baharatlar ile karıştırılabilir.
Bu harika ve sağlık dolu gün için İzmir Gourmet Guide ‘ a , etkinlik koordinatörleri Sevgili Ceren OLUZ Hanıma ve “Bir Adım Öne Çıkanlar” ödüllü Tea&Pot Cafe’nin fevkalede ev sahipleri Zeynep ve Nihan hanıma teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
Aşk Başka Evde / Sinan Akyüz
DR rafları arasında kaybolmuşken rastladım “Aşk Başka Evde” ye. Daha önce hiç Sinan Akyüz kitabı okumamıştım. Rahat okunabilen ,yalın ve akıcı bir dili olmasının yanı sıra diken gibi batan gerçekliği seriyor önünüze.
“Artık bu bedende üç kişi olduk
Biri ben
Öteki bendeki sen
Diğeri seni seven ben” derken
Bir yandan da
“Sen bela olmadın
Hayalin bela oldu
Sen sevgili olmadın
Hayalin sevgili oldu
Sen hiçbirşey olmadın
Hayalin herşey oldu
Aslında sen olmadın
Hayalin oldu” deyiveriyor.
Bir öteki kadın hikayesi sanıyorsunuz meğer etrafınızdaki herkesin hikayesi var içinde. Özellikle radyo programı kurgusu, kitabı üç kişilik bir hikaye olmaktan çıkarıp sizi hayatın içine alıyor.
Siz hangisi daha mağdur bu hikayede ? diye düşünüp kendinize sorular yöneltirken öyle bir laf ediyor ki adam; yüzyıllardır evdeki kadın ve gönüldeki kadın arasındaki çatışmayı yeni bir boyuta taşıyıveriyor.
” Biliyor musun ?Aslında biz kendimize iyi davranmamızı sağlayan insanları seviyoruz. Ben bir genç kadının peşinden gitmedim, yeniden kendim olmaya gittim. Yine bana kendimi iyi hissettirecek, kendimi sevdirecek olan insana gittim. Aslında o kadına değer verirken kendime değer veriyorum. Sana en çok kendini düşündürten, sana en çok değer verdirten kimse, sen gözünü karartıp ona gidiyorsun.” diyor. Diyor da ne gidebiliyor ne kalabiliyor. Ne kaldığı yerde ne gittiği yerde tam olabiliyor. Her zaman iki yarım bir tam etmiyor işte.
Öteki kadını değil, iki yarımdan bir tam çıkaramayan, zavallı adamı gördüm ben bu hikayede.
Bu bir bakış açısı tabi.. okumadan asla bilemezsiniz.